"Tam erkek"lerin eseridir belki!
Bildiğimiz bilmediğimiz bir sürü "gerekçe"ye (hormonal vs.) dayalı istisnaları muhakkak vardır; onun dışında tereddütsüz iddia ederim ki:
Hiçbir kadın -sadece- "çalışıyorum" diye "annelikten imtina" etmez!
***
Doğursun veya doğurmasın "anne"dir kadın; kan bağı olmaksızın "anne"dir, yumurtalamaksızın "anne"dir...
Kendi bile farkına varamayabilir bazen, kendi bile inkâr edebilir öyle olduğunu, varoluşsal bir hal beyanıyla çerçeveleyebilir; kendi bile "cinsiyet"e indirgeyebilir, "özü"nü es geçebilir kimi zaman...
Gelin görün ki...
Eş-dost ziyaretinde, çarşı-pazarda, bir hastane odasında, mülteci kampında, bir dilencinin kucağında, oyun parkında, seyahat sırasında yan koltukta, komşu dairenin kapısında... Hayatının planlamadığı bir anında, planlamadığı bir yerinde, parmağını yumuk yumuk bir avuca kaptırdığında, o parmak ucundan bütün bedenine yayılan adını koyamadığı "his" yüzleştirir; annedir!
Bir çocuğun gülümsemesinin yettiğini fark ettiğinde kalbinin yumuşaması için idrak vakti gelmiştir; her kadın annedir!
***
"Dişi" olanıdır "hayat"ın bir kere kadın; doğası anneliğe ayarlıdır...
Bu nedenle...
Doğurmamak yarım kılmaz da, doğur(a)mamak, her kadını, hiçbir erkeğin anlayamayacağı biçimde eksik hissettirebilir bence...
İşte sırf bu yüzden... Mahrumiyet bölgesini işgal çok insafsızca, çok merhametsizce diye sırf insanın... Bir tek bu sebepten dolayı bile tez vakitte tedavülden kaldırılmak zorunda bu "yarım kadın" polemiği; başlatan tarafından, başlatıldığı için bin bir özür dilenerek üstelik de...
Çünkü -evet anlamıyorum Ramazan'ı fırsat bilip manevi dünyamızı dumura uğratma sezonu da açıldı eş zamanlı olarak ama- çok maksadını aşan, çok travmatik sonuçlara gebe bir "suni gündem"e tenezzül edildi bu defa; tam anlamıyla baltayı taşa vurmak denir buna...
"Taş" keser çünkü yürek böyle bir "hakaret" karşısında...
Bütün o öfkeli kalabalıkları, pembeli-morlu flamaları, adamı dediğine pişman eden orantısız zeka ürünü sloganları, hepsini bir kenara fırlatın...
Çok istemesine rağmen doğuramayan bir tek kadının yüreğini linçe değer mi onu söyleyin bana?
***
Yoksa dediğim gibi...
Hayatın olağan akışı içinde hiçbir kadın "imtina" etmez "anne" olmaktan...
Lakin, 2.5 aylık bir bebeğin otopsi raporunda açlık yazabilen bir ülkede, "ya gün gelir ben de doyuramazsam" diye korkar belki...
Bir kerpiç evden bölünmüş, kırık camları naylonla kaplı odacığında, sabaha karşı emzirmek için kalkıp da, daha nüfus cüzdanını bile çıkarttıramadığı 40 günlük bebeğini soğuktan donarak ölmüş halde bulma ihtimali bulunan bir ülkede, ürker belki "ya ben de ısıtamazsam bebeğimi"?
Öyle ya, "öteki" olduğumuz müddetçe "garantisi" olan var mı aramızda?
"İmtina" etmez de bir kadın "anne" olmaktan;
13 yaşında fırına ekmek almaya yollayıp da, bir daha 15 yaşında 16 kilo ve bir kefene sarılı olarak kucaklayabilme tehlikesiyle kuşatılmış bir ülkede yüreği elvermez belki kafasına gaz fişeği kapsülü "çarpacak(!)" çocuklar büyütmeye...
Okula yolladığında üzerine roket düşme(!) ihtimali bulunan bir ülkede çocuk yetiştirilebileceğine dair inancını kaybetmiş olabilir belki...
Din-iman sahibi olsun diye emanet ettiği "hoca"nın sapık, sapkın, tecavüzcü çıkma ihtimalinin olduğu bir ülkede tüyler ürpertici geliyordur belki...
Lojmanda otururken babasının kucağında taranabilme ihtimali olan bir çocuğa, öğrenci servisinde infilak edip paramparça olma ihtimali bulunan bir çocuğa, üniversiteye kadar el bebek gül bebek getirip de kampüsleri Kandil'e çeviren teröristlerce katledilme ihtimaline sahip bir çocuğa, en nihayetinde hiçbiri değilse şehit anası olmak üzere asker eyleyeceği bir çocuğa "nasıl büyüyecek" umuduyla değil de "nasıl ölecek" kaygısıyla süt veremez diye, bir durur düşünür belki kadın şu ara...
***
Ve belki kim bilebilir...
O "yarım kadın" haliyle -memleketin idari şablonundaki niceliklerine bakınca- "tam erkek"lere söyleyeceği çok şey vardır onun da içten içe;
Bir kadını annelikten soğutan, korkutan bir ülkeye dönüştüğü için nicedir Türkiye?
Olamaz mı?
*
Diploma mevzuu
Dünyayı ayağa kaldırması gereken trajedilerin bir günde hazmedilebildiği güzel ülkemde bitmedi, bitemedi gitti şu diploma meselesi. Var mı, yok mu, iki yıllık mı, dört yıllık mı, arka kapıdan mı mezun edildi...
Fiili durumların hukuki durumları bertaraf gücüne eriştiği "Yeni Türkiye"de yazık ki pratik hiçbir karşılığının olamayacağını bildiğimizden zaten beyhude bir mücadele de...
Hadi diyelim ki diploma sahte, diyelim ki diploma yok, diyelim ki hatta bütün diğer diplomaları da düzmece; memleketi aslen "eğitimsiz" biri yönetmekte...
Ondan önce sizin, siz, "diploması olmamasından" medet uman muhalefet mensuplarının utanması gerekmez mi?
O ülkenin, hatta dünyanın en afilli üniversitelerinden, bilmem kaç branşta, bilmem kaç mastır, doktorayla aldığınız, çoğunuzun adının önüne "Prof." ekleten o yaldızlı diplomalarınız, "yüksek" eğitiminiz ve dolayısıyla sahip olduğunuz rakipsiz vizyona rağmen, sizden kat ve kat "yetersiz" gördüğünüz birine "yenilmeyi" nasıl izah edeceksiniz millete?
Utanmayacak mısınız?
Hiç eşelemeyin, muhatabının her durumda yüzünün kızarmayacağını biliyoruz zaten de, işin sonunda siz nasıl çıkacaksınız insan içine; işin bu yanını da bir düşünün bence...