"Taç giyen baş akıllanır" mı?
Bir atasözümüz var, “Taç giyen baş akıllanır” diye. Elbette ki, derin tecrübelerden süzülerek, günümüze kadar gelen bu tür özlü sözler hikmet yüklüdür. Bazen birbiriyle çelişenlerine rastladığımız da olur. Mesela,“Aklı başa yaş getirir” ve “Akıl yaşta değil, baştadır” gibi. Demek ki özlü sözlerin geçerliliğinin de sınırları olabiliyor. Tabii konumuz atasözleri değil, Abdullah Gül. Cumhurbaşkanı seçilmesi sırasında bazı iyi niyetli çevrelerden,“geçmişine bakıp da endişelenmeyelim, hele bir köşke çıksın görelim, ’Taç giyen baş akıllanır” şeklinde yorumlar geldi. Kimbilir o şartlarda doğru olan, böylesi bir temennide bulunmak, ümit etmek ve beklemekti.
Gül’ün köşke çıkmasının üzerinden henüz 2 ay bile geçmedi. Tam hükme varmak için kısa bir süre. Ancak Gül bu dönemde, içerde 5 ili kapsayan Güney Doğu’yu, dışarıda da KKTC’yi ziyaret etti. En hassas meseleler hakkında bazı dikkat çeken sözleri oldu. Dediğimiz gibi, hüküm vermeye yetmese de bu sözler, geçmişteki yanlış gidişin devamının güçlü emarelerini taşıyor. Onun için de üzerinde durulması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Gül, Güney Doğu gezisinde “farklılıklarımız zenginliğimizdir” cümlesini sık sık tekrarlayıp, “Kürt sorunu demokratik yollardan çözülmeli” diyenlere, hiçbir düzeltme gereği duymadan, “değerlendireceğiz” cevabını verdi. Daha Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında DTP’lilere, “Türkiye’nin birçok sorunu var. Bunlar demokrasiyi genişleterek çözülecek” dediğini de kaydedelim.
Annan Planı geçerli mi?
Gül’ün KKTC ziyaretine gelince; dıştan bakıldığında, moral açıdan Kıbrıs Türklerini güçlendirdiği söylenebilir. Ancak, Annan Planı ve Kıbrıs milli davamızın çözümüyle ilgili sözlerini anlamak mümkün değil. Bilindiği gibi, Erdoğan olsun, Gül olsun KKTC’ye gittiklerinde, “iki halk, iki devlet, siyasi eşitlik, iki bölge, Türkiye’nin Garantörlüğü” gibi kırmızı çizgilerimizden bahseder, ama BM veya AB ile görüşmelere oturunca, bunların hiçbiri hatırlanmazdı.
Nitekim Annan Planı’na “evet” denilmesi için yapılan baskılar; “Türkler evet, Rumlar hayır derse bütün dünyayı dolaşıp, KKTC’nin tanınması için çalışacaklarına” dair beyanlar hep havada kaldı. Hatta tam tersi oldu, Azerbaycan, Pakistan ve İslam Konferansı Örgütü üyesi gibi ülkeler, KKTC’yi tanımaya yeltendiklerinde, bunlar adeta caydırıldı. Öte yandan Annan Planı, Rumların egemenliğinde bir siyasi yapıyı öngördüğü, Türk devletine vilayet statüsü verildiği, 3 yıl içinde Rumlara terk edilecek topraklardan ve yerleşim birimlerinden 100 bin Türk’ün göç ettirilmesiyle, hepsinin açıkta kalacağı bilindiği halde, bu Plan şiddetle savunuldu. AB cephesindeki durum ise daha da vahim. Şöyle ki; 17 Aralık 2004 AB Zirvesinde Ek Protokol’ün imzalanacağı sözünün verilmesi, 2005 ve 2006 Ortaklık Konseyi toplantısında Rumlarla ilişkilerin normalleştirileceği, limanların açılacağına dair kararlar alınması ve 29 Temmuz 2005’te Kıbrıs Ek Protokolü’nün imzalanması, Türkiye’yi de, KKTC’yi de hukuken çıkmaza soktu. Bu sebeple, AB ile müzakereler yürümüyor. Kıbrıs AB meselesi yapıldığına, 2. Erdoğan hükümeti de, AB üyeliğini birinci hedef seçtiğine göre, KKTC ne olacak? Bunu anlamak için Gül’ün KKTC’deki beyanlarına bakalım.
Cumhurbaşkanı Gül,“Kıbrıs sorunuyla ilgili çalışmalara sıfırdan başlama yaklaşımı olamayacağını, bu bağlamda Annan Planı’nın önemli bir çalışma olduğunu, Kıbrıs meselesinin BM nezdinde çözüme kavuşturulması gerektiğini” söyledi. Çözümün ise, “iki halk, iki demokrasi, iki devlet, iki dil, iki din” esasına göre olması gerektiğini ekledi. İyi de, bunlar Rumların da istediği azınlık şartları. Oysa vazgeçilmez olan “siyasi eşitlik” ve “iki bölgelilik” esaslarına dayalı çözümdür.
Bu arada Gül’ün, “sivil anayasa” tartışmalarına balıklama dalıp, bir AKP’li gibi konuşmaya başlaması da cabası.
Hasılı önemli olan, çiçeği burnunda Cumhurbaşkanının söylediklerinden ziyade söyleyemedikleridir ki, emareler hiç de iç açıcı değil. Onun için, “Taç giyen baş akıllandı” demek için galiba henüz çok erken!..