Sultan 1. Kılıçarslan’ın Kabri Nerede? / Efendi Barutçu

Sultan 1. Kılıçarslan’ın Kabri Nerede? / Efendi Barutçu

DİYARBAKIR İNTİBALARI-2

7 Ekim 2018 Pazar günü İstanbul’dan Diyarbakır’a geçmek üzere bindiğim uçağım Elazığ’a inerken bu duygularla dopdoluydum. Diyarbakır’a niye gidiyordum? Öğrencilik yıllarında zaman zaman bize uğrayan, şimdi ise adli idari muhtelif görevlerde bulunan kardeşlerimi ve bazı dostlarımı ziyaret etmek, kadim Türk şehri Diyarbakır’ı gezmek, tarihi mekanlarını dolaşıp sahabe kabirlerini, evliya türbelerini ziyaret edip, oradan Silvan’a geçip Silvan’da (meyyâfârikin) medfun olan Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın kabrinde dua etmekti. Tarihi kayıtlara göre Sultan I. Kılıçarslan, Diyarbakır, El-Cezire ve Musul hâkimi Çavlı’ya karşı verdiği savaşta Habur’da boğulduğu ve Atabey’i Humartaş tarafından Kutbetü’s-sultan adı verilen türbeye 13 Temmuz 1107 (20 Zilkade 500) tarihinde defnedilmiştir.

Silvan’a ulaştığımızda ne yazık ki halktan hiç kimse Kutbetü’s-sultan’ın yerini bilmiyordu. Her kademedeki mülki ve idari erkana sorduğumuzda da ayni hazin cevabı aldık. Kabrin yeri bilinmiyordu hatta bazıları Sultanın burada medfun olduğundan dahi habersizdi. (Demek ki bir millet tarihi hafızasını kaybederse böyle oluyor.) Selahattin Eyyübi Caminde ikindi namazını kıldıktan sonra Karabehlül Camii’nin haziresinin önünde başta ulu ceddimiz Sultan I.Kılıçarslan olmak üzere bütün geçmişlerimizin ruhlarına Fatihalar okuyup ayrıldık.

Diyarbakır’a girdiğimizde cep telefonumuza Büyükşehir Belediye Başkanı Cumali ATİLLA ismiyle şöyle bir çağrı gelmişti. “ Tarihin taşlara yazıldığı huzur ve güvenin şehri, peygamberler ve sahabeler diyarı Diyarbakır’ımıza Hoş Geldiniz.” Eyvallah biz de peygamberler ve sahabelerin ruhlarına Fatihalar okuduk. Galiba Cumali Bey Diyarbakır’ın aynı zamanda Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın baş şehri olduğunu binlerce alim, fazıl ve devlet adamının bu şehirde doğup büyüdüğünü Ali Emiri Efendi’nin, Ziya Gökalp’in, Süleyman Nazif’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Celal Güzelses’in Diyarbakırlı olduğunu bilmiyor olmalı. Keşke bu hoş geldiniz çağrısına bu büyük insanların isimleri de eklenmiş olsaydı.

Recep Alyamaç’ın Gözyaşları

Elazığ Havaalanında ülküdaşım, değerli kardeşim, dava arkadaşım Recep ALYAMAÇ Bey karşıladı. Diyarbakır’da kahvaltı ciğerle yapılır diyerek beni doğruca Dağkapı Meydanına götürdü. Meydana vardığımızda önce meydana, sonra Dağkapı burçlarına baktı ve arkasından hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ben de çok duygulanmıştım. Bu tek başına yüzlerce teröristle dövüşecek kadar mangal yürekli Recep ALYAMAÇ’ı ağlatan neydi? Sordum, başladı anlatmaya.

“Benim dedelerim gibi ben de bu şehirde doğdum. Ben Zaza’yım, Türküm, Türk Milliyetçisiyim. Babaannemden dinledim. Onun babaannesi Türkçeden başka bir dil bilmezmiş. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım bu şehirde geçti. Diyarbakır İmam Hatip Okulundan mezun oldum. 1970’lerin başında Genç Ülkücüler teşkilatı başkanlığı yaptım. 1975’te ise MHP Diyarbakır Gençlik Kolları Başkanıydım. Biz bu şehirde 1973 seçimlerinde 6 belediye meclis üyeliği kazanmıştık. Bu meydan tamamen bir gül bahçesiydi. Ve şurada Atatürk büstü vardı. Şimdi o büst kaldırılmış ve meydana da 1925’te Türkiye Cumhuriyeti’ne silahlı isyana kalkışan ve devletin başına açtığı bu gaile sebebiyle de Musul ve Kerkük’ün bizden koparılmasına sebep olan Şeyh Said’in adını vermişler. (Burçtaki bayrağı göstererek) Şu bayrağın rengine bak. Kirden simsiyah olmuş.

Merhum Alparslan Türkeş 1975 senesinin 24 Haziran’ında Şanlıurfa Viranşehir, Akçakale ve Harran’da topraksız köylüye 231 bin dönüm arazinin tapularını dağıttıktan sonra, ziyaret için geldiği Diyarbakır’da buranın toprak ağalarının -sıra bize de gelecek korkusuyla- arka plandan kışkırttığı, binlerce bölücü hainin protestolarına maruz kalmıştı. Burçlara astığımız Türk Bayrağı ve üç hilalli bayrağı yakmışlardı. Havada silah sesleri gittikçe artıyor ve vızır vızır kurşunlar geçiyordu. O tarihteki Diyarbakır Valisi Mehmet Karasarlıoğlu Türkeş Bey’e dönerek ‘Efendim bir serseri kurşuna maruz kalabilirsiniz, isterseniz meydanda konuşmaktan vazgeçin dediğinde’ Türkeş ona dönerek ‘Ben bugün bu meydanda konuşmazsam devleti ayaklar altına aldırmış olurum’ diyerek konuşmasını sürdürdü. Bunun üzerine araya askeri birlikler, tanklar girdi. Aşırı solcu, bölücü teröristler hemen meydana bakan ara sokaktaki MHP il binasını işgal etmek ve yakmak üzere saldırıya geçtiler. Biz sabaha kadar direndik. Bölücü hainlere parti binamızı teslim etmedik. Bu arada silahlı çatışmalar olmuş, bölücü hainlerden 20-30 kişi ağır yaralanmış, bir Mehmetçiğimizde şehit olmuştu. Bu sebeple ben 1980 12 Eylül’ünde 90 gün işkence gördüm ve 9 sene idamla yargılandım. Biz o tarihten sonra Diyarbakır’ı terk etmek zorunda kaldık. Elazığ’a yerleştim ve halen 43 senedir orada yaşıyorum. Bu olaylara gelmeden önce aşırı solcu, bölücü teröristler Diyarbakırlı Mehmet Salih Güçlü’yü KTÜ Makine Bölümü öğrencisi iken Trabzon’da, öğretmen okulundan mezun olup tayin bekleyen ve taksi şoförlüğü yapan Mehmet Sümbül’ü bir gece taksisinin işinde başından vurarak, Bağlar Orta Okulu Müdürü Ömer Atılgan’ı aynı şekilde şehit etmişlerdi. Bütün bunlar bizim Diyarbakır’ı terk etmemiz için gözdağıydı. Yaşadığım olaylar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti ve kendimi tutamadım” dedi.

8 Ekim Pazartesi günü bazı kamu kuruluşlarındaki dostlarımızı ve yetkilileri ziyaret ettik. Bu arada iki ayrı kaymakamı ziyaretimiz esnasındaki iki ayrı mizaçtan bahsetmeden geçemeyeceğim. Birincisine gittiğimizde burçtaki kirli bayraktan bahsedince “zabıtaların ihmalidir” deyip geçiştirdi. Oradan Sur Kaymakamı Abdullah Çiftçi Bey’i ziyarete geçtik. Konuyu kendisine açar açmaz hemen özel kalem müdürünü çağırarak “derhal o bayrağı yenisi ile değiştirin” talimatı verdi. Sabahleyin yine Dağkapı Meydanından geçerken baktık. Burçlarda tertemiz bir Al Bayrak dalgalanıyordu.

Üç gün kaldığımız Diyarbakır’da her kademeden adli-idari erkanla, Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileriyle, halkın değişik kesimlerinden insanlarla görüşme, sohbet etme imkânımız oldu. Gittiğimiz her mekanda Recep ALYAMAÇ’ın etrafında bir sohbet halkası oluşuyor ve onlara bazen Türkçe bazen Kürtçe bazen Zazaca Diyarbakır’ın kadim bir Türk-İslam şehri olduğunu bölücü eşkıyaya prim vermemelerini başta Öcalan olmak üzere bunların önemli bir kısmının soylarının ve geçmişlerinin şaibeli olduğunu anlatıyordu. Cahit Sıtkı Tarancı evinde karşılaştığımız ve kendini Kürdüm diye tanıtan Tuncelili Çiğdem Hanıma Türklüğünü ispat için yaptığı hoş sohbeti dinlemeliydiniz. En sonunda Çiğdem Hanım “evet benim atalarım Horosan’dan gelmiş” dedi.

Meşhur açılım ve çözüm sürecinde bölücü terör örgütünün bomba yığınağı haline getirdikleri ve yetmişe yakın vatan evladının şehadetiyle sonuçlanan Sur çarpışmalarından sonraki halini görmek için Sur içini gezdik. Bir bölümü halen devam eden inşaatlar sebebiyle kapalı olsa da baştan sona imar edilmiş düzenlenmiş geniş parkları aydınlatmalarıyla bu tarihi şehre layık hale getirilmiş bölgelerini sevinerek dolaştık. Çok eskiden beri Yanan Çarşı diye bilinen bölgeye yeniden inşa edilen mimari üslubu ve tertemiz görüntüsü ile caddeye ayrı bir güzellik katan çarşısını gördük. Tarihi şahsiyetlerin yaşadığı mekanları dolaştık. Sülüklü Han’da çok nefis bir Türk kahvesi içtik. Diyarbakır’ın leziz yemeklerini tattık. Hemen bir üzüntümü belirteyim. Bu mekanların tamamına yakınında ecnebi müziği çalıyordu. İşletmenin sahibini veya yöneticisini çağırıp “Buraya çok ecnebi turist mi geliyor?” diye sorduğumuzda “Hayır, öyle bir şey yok.” diyorlardı. “Burada ikram ettiğiniz yiyecek ve içecekler Diyarbakır mutfağının ürünleri Diyarbakır gibi tarihi ve köklü bir musiki geleneğine sahip olan şehirde doğrusu biz Diyarbakır musikisinden örnekler dinlemek isterdik.” Dediğimizde sudan bahaneler ileri sürüyorlardı. Sülüklü Han’da kahveleri ikram eden bir genç hanımın cevabı şöyle oldu; “Efendim müzik evrenseldir” bendeniz de “doğrudur ama milli olmadan evrensel olunmaz, ayrıca da Türk müziği de bu evrensel dediğiniz müziğin bir parçası değil midir? Onu neden çalmıyorsunuz?” dedim. (Bu yabancı müzikle ilgili aşağılık duygusundan kaynaklanan tavır sadece Diyarbakır’daki bazı insanlara has bir hastalık olmayıp yoz batı kültürünün hayat tarzının birçok unsurları gibi ecnebi müziği de doğudan batıya bütün şehirlerimizde insanlarımızın kulaklarını tırmalamaya ve ruhlarını karartmaya devam etmektedir.) Ne kadar ikna oldu bilmiyorum. Bunun tek istisnası Sayın Kenan Aksu’nun başkanlığını yaptığı Diyarbakır Kültür, Turizm ve Musiki Derneği (Diyarbakır Kültür Evi) oldu. Orada dinlediğimiz çok güzel Türk Musikisi örnekleriyle kulağımızın pası silindi diyebilirim.

Devam edeceğiz…

Yarın; “Diyarbakır Halkı Ne Diyor?

Çözüm mü Çözülme mi? Tespitler Çareler.”

--

 TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 25., s. 396-399.