Suat Başaran...
Bizden çok sonra, uzun yıllar sonra, belki de artık Türkiye'de parti içi diktatoryasının bittiği, parti içi oligarşinin ayıplı bir tarihî geçmiş olarak ancak siyâsî tarih kitaplarında utanılarak okunduğu, ahbap-çavuş ilişkilerinin değil, zenginliğin ya da güç odaklarının personeli olmanın ayrıcalık, kontenjan ve zorunlu tercih sebebi olarak değil, kapı kulluğu değil, bostancıbaşılığı değil, kürsüdeki şahsın ne dediğine bakmaksızın avuçları kızarıncaya kadar alkışlayan değil, ilk fırsatta yol arkadaşlarını ağırlıktan kurtulur gibi satan değil, hizmet ve liyâkatin, ahlâk ve tavizsiz bir duruşun, ilkeli ve pazarlıksız bir yürüyüşün, satın alınamaz bir kişiliğin, inanan ve inandığı gibi de yaşayan, olduğu gibi görünen yapmacıksız bir karakterin, elini taşın altından hiç çekmeyen serâpa bir sorumluluğun, yalnız kalmanın bedelini umursamayan bir diğergamlığın kıymet bulduğu ve anlam kazandığı zamanlar gelecek...
Bizlerin kırk yıldır yaşadıklarını okuduklarında, fantastik bir bilim kurgu filminin akıl almaz bir sahnesini izler gibi "Bu kadar da olmaz" diyecekler, acıdan ibâret bir dramanın nefes almayı zorlaştıran ıstırabıyla ruhları daralacak, absürt bir komedinin ortasında ağlayacaklar...
Bir hareketi, idealistlerin, düşünenlerin, hakikat gibi bir dertleri olan ve hakikatten daha üstün bir değer tanımayanların, omuzlarını yüksüz bırakmayanların değil, şarlatanların yönettiğini görecekler...
Zor zamanlarda bir uzay filmi karakteri gibi ortadan kaybolanların, risk almayanların, ikbâl zamanlarında iki dirhem bir çekirdek, dâvâ adamı maskeleriyle sahnenin ortasına nasıl fırladıklarını ve nasıl rol kapıştıklarını görecekler...
Ve tarih, yine idealistlerin, yine suskunların, yine inandıklarından taviz vermeyenlerin, yine satmayanların, yine pazarlık yapmayanların, yine nimete uzak ama külfete yakın duranların üzerinden yükselecek...
Ülkücü Hareket'in tarihi bir gün yazıldığında, Suat Başaran'ın ismi bizden sonraki nesillerin gıpta ile okuyacağı ve anacağı sahifelerde yer alacak...
12 Eylül darbesinin hemen ardından, Ankara'nın ve hatta bütün Türkiye'nin bir korku filmi platosuna dönüştüğü zamanlarda, arkadaşlarıyla birlikte bir hareketin tüm yükünü nasıl sırtladığını yazacak...
Kapıların yüzlere kapandığı, insanların adeta darbenin dokunduğu tespih böceği gibi kapanıp içine çekildiği, korktuğu, sindiği, kaçtığı zamanlarda, cezaevlerini dolduran ülkücülerin ve ailelerinin dertleriyle, hakkında gıyâbî tevkif kararı bulunan ve aranan ülkücülerin saklanma, barınma ve her türlü ihtiyacıyla dertlenen ve gece gündüz bu dertlerle boğuşan Suat Başaran ve bir avuç arkadaşının samimî, gayretli ve bir o kadar da trajik mücâdelesini yazacak...
Tüttürülmesi gereken bir ocak, kazanılması gereken nesiller, yazılması gereken yazılar, ocağın başında ısınması gereken eller ve yürekler, ocak çatısı altında hayat bulacak kardeşlikler, ülküdaşlıklar için zamanın bütün zorluklarına rağmen tüttürülen 'Bizim Ocak'ın hikâyesini yazacak...
Gâlip Erdem'i yazacak, Necati Bayır'ı yazacak, Metin Tokdemir'i yazacak, İsmail Şimşek'i yazacak ve karşılık beklemeyen bir mücâdele hayatını yazacak; Suat Başaran'ı ve bir avuç arkadaşını yazacak...
Suat Başaran, 15 Aralık'ta Ankara'da 'Hakikat ve romantizm arasında' başlığıyla yazılarını topladığı kitabını imzalayacak...
Suat Başaran, hakikat ve romantizm arasında değil aslında, idealizm ve gerçeklik arasında bir tercih yapıp, idealizm safında sabit durmuş ve galiba hep orada sabit kalacak bir hayatın öznesi...
15 Aralık Cuma günü(bugün) Kızılay Metro Kitap Fuarı'nda olacağız, bekleriz...