SPK kimi kimden korur?
Siyasi partilerde, genel başkanları o makamda tutan, bilgileri, birikimleri, irfanları, basiretli, ferasetli ve adaletli yönetim anlayışları mı, yoksa yürürlükteki kanundan aldıkları neredeyse sınırsız yetkileri mi olmalıdır?
İdeal olan elbette birinci şıktır... Ama bizde geçerli olan maalesef ikinci şıktır... Genel başkan bir kere seçilmeyegörsün, artık onun üye veya delege iradesine, adaletli yönetim anlayışına, bilgiye, irfana, partiyi geleceğe sağlıklı hazırlama projelerine hiç mi hiç ihtiyacı kalmamıştır!.. Çünkü bir zırh kuşanmıştır... O zırh, yürürlükte olan Siyasi Partiler Kanunu’dur...
Bu kanun, tıpkı sınırları sağlıklı çizilmemiş ‘dokunulmazlık’la beraber demokrasimizin ayak bağı olarak varlığını sürdürmektedir... Maalesef bu zırhtan şikâyeti olanların şikâyetleri, kendileri de bu imkâna kavuşana kadardır...
Partileri bir nevî ‘mikro krallık’ haline getiren bu kanunla ilgili hiçbir zaman değiştirilmesi yönünde samimi bir gayret ortaya konulmamıştır... Parti içi iktidarlar açısından ‘pozisyonu korumanın garantisi’ gibi görüldüğünden, bir anlamda ‘velinimet’tir bu
kanun...
Hem liderler, hem de ‘varlığı, liderin varlığına endeksli’ kurmay heyeti için hayatî önem taşıyan SPK hep ‘antidemokrasinin kalıntısı’ olarak görülmüş, ama değiştirmek söz konusu olduğunda planlı biçimde göz ardı edilmiştir...
Oysa basit bir kanun değişikliğidir gerekli olan... Anayasa değişikliği gibi büyük çoğunluklara gerek yoktur... Ama milletvekillerinin özlük hakları, emeklilikteki durumları, Meclis personel kanunu veya sporda şiddet ve şike konularında af niteliğindeki ceza indirimleriyle ilgili bir solukta oluşan partiler arası mutabakatı bu konuda asla göremedik...
Göremeyiz çünkü söz konusu olan tapu senedidir... Bu kanun değişir, demokratik bir hâl alırsa, bulundukları makamları neyle koruyacaklar? İstemedikleri veya güvenmedikleri üyeleri nasıl silecekler? Hoşlanmadıkları il veya ilçe teşkilatlarını nasıl feshedecekler? Kendi saltanatlarına tehdit gibi gördükleri parti içi unsurları nasıl bertaraf edecekler?
Bir ilçede kanunun belirlediği üye sayısını aşmanız durumunda delege seçimi yapmanız gerekiyor... İşte risk burada başlıyor... Zira seçim varsa, risk vardır!.. Halbuki ‘atama’, en kolay ve en garantili yöntemdir... Zaten kurşun askerler bunun için vardır!.. Böyle davranarak, partinizi bir türlü bitmeyen ‘düşman’dan, ‘hain’den, ‘işbirlikçi’den korumuş olursunuz!.. El-etek öpenlerle birlikte yürürsünüz, saadetiniz daim olur!..
Bu durum A veya B partisinin kendine özgü bir hastalığı değil, Türk siyasetinin genel bir marazıdır... Hakkını yemeyelim, parti içi demokrasi açısından CHP nispî de olsa diğer partilerden birkaç adım öndedir... Üyesinin ve delegesinin önüne mahallelere kadar sandık koyan partidir... Pek çok partide üye ve delege dediğin, partinin malı, yani sandalyesi, masası, kapı kolu, çaydanlığı hükmündedir; iradesi olmayan, sürekli tâbi olmayı zül değil, şeref addeden!..
Teorik olarak, partilerde Genel Kurul’dan sonra en yetkili kurul Merkez Yönetim Kurulu’dur... Ama uygulamada en zayıf ve en etkisiz kuruldur... Genel Kurul’dan aldığı yetkiyle oluşan MYK normal şartlar altında Başkanlık Divanı’nın üstünde bir kuruldur... Çünkü Başkanlık Divanı’nı seçmek ve değiştirmek de bu kurulun yetkisindedir... MYK karar alma makamı, Başkanlık Divanı ise bu kararları yürütme birimiyken, uygulama da tam aksine bir durum söz konusudur...
Hemen hemen bütün partilerde MYK üyelerinin görevi önüne uzatılan Genel Merkez karar defterinin boş sayfalarının altına imza atmaktır... Bir sonraki büyük kurultaya kadar bu üyelerin fonksiyonları boş sayfalara imza atmakla sınırlıdır dersek abartmış olmayız... MYK üyelerinin boş sayfaya imza atmamakta direnme şansı yok gibidir... Çünkü direnmenin sonu ‘dışlanma’, direnmede kararlılığın sonu ise genellikle ‘ihraç’tır...
Altlarına karar imzaları atılmış o boş sayfalar daha sonra irade-i şahane ve onun kurmayları tarafından doldurulur... Fesihler, parti harcamaları, teşkilatlara yapılan atamalar ve adına ‘dümen’den merkez yoklaması adı verilen yöntemle tesbit edilmiş milletvekili aday isimleri o boş sayfalara yazılır...
Durum aslında o kadar trajikomiktir ki, MYK üyeleri daha sonra üzerine parti harcamalarıyla ilgili kararların yazılacağı o boş defterden hukuken sorumlu olduğunu, yapılacak harcamalardaki usulsüzlüklerle ilgili yargılanacağını bilmez, bilse de hiçbir şey yapamaz durumdadır...
İşte bu antidemokratik kanunla yönetiliyor partiler... Bu düzende, sürekli seçim kaybetmenin, küçülmenin, başarısızlığın, siyasî günahların bedeli yok sayılmıştır...
Buradan birinci paragrafa dönelim: Saygın genel başkan, bu kanunun gölgesinde makamını korumaktan başka önceliği kalmamış kişi değil, bilgisiyle, birikimiyle, basireti, feraseti, irfanı ve adaletli yönetim anlayışıyla o makamın hakkını veren kişidir... O makamda kanunların koruyucu zırhlarıyla değil, kendi partililerinin rızasıyla kalabilendir... Elbette bu durum, ‘lider’ ve ‘taban’ arasında ‘güven problemi’ yaşanan bütün partiler için geçerlidir...