Soyunuz kurusun!
Düşünün bakalım;
Bir insanın ne yapmış olması lazım ki; birkaç dakika içinde, dört koldan yaylım ateşine tutularak, aynı anda hem "PKK'lı", hem "ulusalcı", hem "paralel", hem "Ergenekoncu", hem "hain", hem "mafya", hem "şerefsiz" ilan edilebilsin!
Hırsızlık mı?
Olur mu canım; niye dipsiz kuyularda boğmak istesinler ki öyle olsa! Küçük de olsa ille bir "saraycık", o olmadı Boğaz'da "yalıcık" düşerdi "hırsız" olsaydı payına... "Bakan" olurdu... Bunca hakaretin biri bile uğrayamazdı ki yanına yöresine; önüne bir "yatan" bulunurdu illa...
Katliam mı?
Daha neler... Bir katil, hele hele "kader mahkûmu" filan değil bildiğin "cani" olsa, bir post koyarlardı altına; elini eteğini öpme kuyruğu olurdu kapısında... Yazarı, çizeri, güya "aydın" akademisyeni, siyasetçisi ağzının içine bakardı; el-pençe-divan! Ağırlaştırılmış müebbetlik suçları "sayılmaz"; 30 yıl boyunca bastığı tetik değildi de daktilo tuşuymuş gibi o kanlı parmaklarının, baş akıldanesi ilan edilirdi memleketin... "Uzun adam"ın müzakere ortağı "uzlaşan/uzlaştıran adam" diye yazılırdı yaftası...
İhanet mi?
İlahi! Öyle olsa linç mi edilirdi; kendini Kasımpaşa stadında sanan iktidar yavrularının omuzlarında gezdirilirdi... Alkış, tezahürat da o biçim... Saray sofrasından beslenir, adına vakıflar kurulur, "ilim" diye küfür külliyatları yayınlanırdı ciltlerce!
Haksızlık, hukuksuzluk mu?
Heykeli hani?
Hak, hukuk çiğneseydi mutlaka dikilmesi lazım gelirdi ki ecdadları karıştırmasın, zulüm ile abad olma hülyaları içindekilerden feyiz alsın kindar nesilleri...
***
Madem hiçbiri değil... Madem "dokunan yanar" tehditleri savrulmuyor canlı kalkanlarınca da onun yerine iki gündür "yargılanmalı", "ordudan atılmalı", "zinhar devletin şefkatinden nasiplendirilmemeli" diye "söz ola kestire başı" fermanları yayınlanıyor Jandarma Yarbay Mehmet Alkan hakkında, can alıcılardan, mal çalıcılardan, kul hakkı gaspçılarından beter olmalı yaptığı...
Yarbay'ın ay-yıldıza sarılı tabuta kapaklanmış fotoğraflarını görmeyen, memlekete "eza" değil "feda" edenlerden olduğunu bilmeyen böyle düşünürdü hedefi olduğu nefret sağanağına tanıklık ettikten sonra herhalde...
Ki bunlar hiçbir şey!
Buraya kadar okuduklarınız omzundaki iki yıldıza bakmadan, koskoca "başkomutan"ın emrini çiğneyen bir hadsize haddinin bildirilmesinden ibaret(!)
Bir nevi geleneksel "Sen kimsin ya! Kimsin sen!" ritüeli!
Rutin yani!
"Canınızdan can koparacaklar ama siz mutlu olacaksınız" buyurduğu halde, hiyerarşi gereği "emredersiniz komutanım" çakmak yerine "yandı" ya Mehmet Yarbay cayır cayır "canına"; o ateş var ya o ateş, yangın yerine çevirdi ya "şehit Ali"sinin düştüğü yürekleri; ona kızdı bizimki...
Nasıl olurdu da emrindeki subaylardan biri öz kardeşini onun kudretinin devamına kurban edemezdi; bu zoruna gitti!
Zeus'tan hallice; tanrı-imparatorculuk oynuyor ya kendince!
Her zamanki zorlaması insanlığın sınırlarını!
Meydan meydan yuhalatabilir de üç vakte kadar mesela; alıştığımız o "çok gaddar hareketler" klasiklerinden olmak üzere!
***
Ha "korkmayalım mı yani"yse eğer soru;
Korkun!
Ama "askerlik yan gelip yatma yeri değildir, ben yaşayayım diye hepsi ölecek tabii" kafasından değil. O kafa 1 Kasım'da sandığa gömülür pekala Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşamak, Ata'sının emanetini yaşatmaktan yana vatandaşlarının oylarıyla...
Ama...
"Malatya Alevisinden başka ne beklenir" cümlesiyle zuhur eden Kemal Paşazade kafası var ya "Ali'nin abisi Mehmet"i linç için atılan okların ucunda ondan korkun işte... O okların ucuna iliştirilen Müftü Hamza kafasından korkun!
Oyunuz yetmeyebilir bir kere düşerse milletin içine o fitne temizlemeye!
Yavuz'a verdikleri "...Şah İsmail'in rezil ordusunun, Alevi ve Şii taraftarlarının kafirliği her tarafa yayılmıştır. (...)Onların ülkesi darü'l-harb'tir... Onlar hakkındaki hüküm mürtetlere uygulanan hükümlerdir. (...)Onlara karşı cihad, onlarla savaşmaya gücü yeten tüm ehli İslam üzerine farz-ı ayndır..." fetvalarıyla Türk'ü Türk'e kırdıran kafa var ya; savunmasızlaştırılmış Türk'ü, silahlandırılan etnik bölücü ağaların önüne atan o kafa...
O uzatmaya başladı başını Cumhuriyet'le birlikte tıkıldığı ininden; işte ondan korkun!
"Şehit Ali"yi iğrenç çıkar hesapları uğruna mecburen kutsamak üzere devşirip de aynı ailenin evladı "Mehmet Yarbay" için "pis kanlı" yazan o "Alevilere sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kafir ve dinsizlerdir. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların vazifesidir. Bu arada Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri cenneti ala'dır. O kafirlerden ölenler ise hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır" kafasının mirasçısı var ya;
İşte ona karşı teyakkuzda olun!
Seferberliğe çağırın eşi-dostu; kod adı "soyunuz kurusun" olsun!
Bir bitmediniz!
Bir tarihe gömülüp gitmediniz!
Ne arsız bir tohumunuz varmış ki mantar gibi ürüyor düştüğü yerde!
***
Gerisi inanın hikaye!
Dünyanın neresinde, hangi "yeminine sadık" doktor heyetinin karşısına çıkarırsanız çıkarın akıl sağlığına koca bir "tedaviye muhtaç" mührü vurulacak haldeki biçarenin hezeyanları yüzünden "mazoşist" olacak değiliz; pek tabii ki haz almayacağız evlatlarımızın toprağa düşmesinden! Pek tabii ki haykıracağız;
Mehmet'ler değil süreciniz girsin yerin dibine diye!
***
İsmiyle-cismiyle konuşma cesaretinden yoksun trol sürüsü "sen o eğitimi şehit olmak için aldın" buyurdu diye, pek tabii ki mahkûm ettirmeyeceğimiz ne Ali'leri, ne Mehmet'leri ölüme... Cinayetlerini "şehadet"le ambalajlamalarını yutmayacağız elbette...
"Devlet"in arkasına gizlenen o gafilleri, o hainleri bir bir sorgulayacağız!
Soracağız;
Peki o Valiler "Ne mutlu Türk'üm diyene" tabelalarını indirtmek için mi eğitim almıştı?
O Emniyet Müdürleri dağdaki teröriste ağlamak için mi eğitim almıştı?
O hâkimler Genelkurmay Başkanı'nı "terör örgütü kurmak suçu"ndan sanık sandalyesine oturtmak için mi hatmetmişlerdi hukuk kitaplarını?
Hem sonra... Velev ki Mehmet Yarbay dediğiniz gibi bir "darbe habercisi";
"Paralel"!
Kimin suçu?
Kahraman Türk subaylarına "paralel"le ortaklaşa kumpas kurup, ordunun içini boşaltan kimdi?
***
Velhasıl-ı kelam "kardeşliği" taht kavgasına kadar olan ne bilsin "kardeş acısı"sını!