"Söylenmiyor çok şey; susmadan..."

Türkiye'de hemen her dönemde medya üzerinde bir "iktidar etkisi" vardı; kendisini "merkez", "ana akım" olarak tanımlayan yayın organlarında, hemen her dönem, "iktidara yakın", "iktidarı seven/iktidarın sevdiği", "iktidarın beslediği", "iktidarın kullandığı/iktidarı kullanan" isimler vardı...

Ama hiçbir zaman, Demokrat Parti'nin "havuzlaştırma" sürecinde bile "makul", "orta yol" bu kadar hasara uğramadı.

Son yıllarda şöyle bir dönüşüm yaşandı;

"Ana akım" yandaşlaştı.

"Yandaş" yağdanlıklaştı, borazanlaştı, tetikçi ve dahi cellatlaştı.

"Durum tespiti" yapmak eleştiri, muhalefet sayıldı.

Eleştirmek, sormak, sorgulamak, muhalefet yapmak; "ihanet" kapsamına alındı.

Sonuç:

"Patron"lar maruz kaldıkları "boğma telleri"ne dayanamadı; nefes alamadıkları yerde havluattı. Televizyon kanalları kapandı. Gazeteler "satıldı".

"Gazeteciler" en iyi ihtimalle "sokağa" ama daha sık başvurulan bir yöntem olarak hapse atıldı.

Yazarlar, sanatçılar, aydınlar, bilim insanları, "kanaat" oluşturma güç ve kabiliyetine sahip olup da bunu iktidar lehine kullanmayan, ehlileştirmeyen kim varsa "hayat damarları" tıkandı.

Bu ülkenin "acısını paylaşan" bütün bu insanların, kurumların payına düşen, ilk bakışta -Nazım'ın şiirindeki gibi- "susmak"tı.

Çoğu, -Asaf'ın dizelerindeki gibi- "suskunluğunu haykırdı".

Ve sonra...

Bu toplumun en ücra yüreğine kadar ulaşıp da kendini hissettirmeyi -henüz- başaramadı belki ama...

Hep gelmesini umut ettiğimiz o noktaya ulaşmak yolunda gözü kara adımlar atılmaya başlandı.

Susturulduğu varsayılan kim varsa, internet sitelerinden, kişisel sosyal medya kanallarından, ellerini taşın altına koyarak kurdukları kanallardan "ses vermeye" başladı. Sesleri "yine" kısıldı. Kimi "battı"; safi yürek olsanız da sıfır ekonomik destekle yapılamayacak işler vardı; yürütmeyi başaramadı...

Ama işte...

"Bu ülkeyi sevmek", dahası "bu ülkeye inanmak", "sana inanmak" nasıl bir umut aşısıysa, budandığı yerden yeniden dallandı...

YENİÇAĞ'ın da aralarında olduğu, her şeye rağmen havlu atmayan bir avuç gazete vardı; şimdi yazdıklarımız ses, yüz de kazanmaya başladı...

Geçtiğimiz günlerde, Tele 1'de Merdan Yanardağ ve Emre Kongar'ın yaptığı program bu alanda bir rekora ulaştı ve milyonlarla ifade edilen sayıda izleyiciye ulaştı.

"Türkiye'de kırmadan, dökmeden, bölmeden, sövmeden haberdar etme", "gerçeğin" üzerine çekilen perdeleri açıp toplumun "görmesini" sağlama mücadelesine, bir katkı sunma hazırlığı daha başladı şimdilerde Ankara'da.

Sessiz ama kararlı, harıl harıl çalışmanın vücut vermeye çalıştığı yeni "nefes kanalı":

Türkiyem TV.

Naçizane -Işbara Bey izin verdiği ölçüde- benim de parçası olmaya çalıştığım bu süreçten anladığım:

"Söylenemiyor çok şey

Susmadan..."*

Söylemenin kıymetini öğreten suskunluklara, susturanlara selam olsun...

*Özdemir Asaf

Morlu turunculu işler

Ve kadınlar...

"Suskunlar"ın açık ara iktidarı onlarda.

"Susturulanlar"ın açık ara iktidarı da...

Nihayet onlar da "sustuklarını haykırmaya" başladılar.

Ellerinin hamuruyla değil; baba evinde babasına bile güvenmemeyi öğrenen küçücük kız çocuklarının bastırılmış çığlıklarıyla, yen içinde kalmış kırıkların, kurşun, bıçak yaralarının feryadıyla, yerlerde sürüklenmenin hıncıyla, "bayan"lık sarmalından usanarak, "kahkaha atmaya" özlemle, "nezaket" maskeli cilalanmış ayrımcılıklara karşı çıkarak "morlu turunculu" renkli, zevkli, öz güvenli bir ekranla ve güçlü bir kadının, Ahu Özyurt'un koordinasyonunda konuşuyorlar...

Ali Güven'in çağrısıyla Woman TV'nin başına geçen Ahu Özyurt, "sanki baraj kapakları açılmış gibi" diye özetledi kadınların yaptıkları işi nasıl sarıp sarmaladığını.

"Türkiye'de medya geriliyor ama hepsi birbirine benzediği ve aynı şeyleri yazdığı, konuştuğu için geriliyor. Farklılaşan, özel konulara girebilen, pratik bilgiler veren herşey dünya üzerinde yoluna devam ediyor" diyor ve heyecanla anlatıyor Özyurt:

"Kadın kuşaklarının bile aynılaştığı, kriminal, acayip ilişkilerin konuşulduğu bir dehşet kuşağına dönüştüğünü, kısmen de casting ve mizansen ile yürüdüğünü görüyoruz.

Biz gerçek izleyicinin oralarda bir yerde daha iyi bir TV için beklediğine eminiz. Ne Türkiye'deki kadın izleyiciler ne de medya dünyası bu kadar kötüleşmeye, tercihsiz kalmaya mahkûm edilmemeli...

Ekranlara gelmeyi, konuşmayı hak eden o kadar çok kadın var ki, sanki baraj kapakları açılmışcasına hepsinden faydalanmak istiyoruz.

Bu ülke her siyasi görüşten, her renkten kadınına bunu borçludur. Biz kadınlar birbirimize bunu borçluyuz..."

E hadi ödeyelim o zaman.

Yazarın Diğer Yazıları