Soruşturan devletse görevden alan kim?
Daha saydam yönetim ve ‘ileri demokrasi’ vaatlerini saat başı gündeme süren iktidar muhipleri, arkalarına bakma zahmetine hiç mi hiç katlanmıyorlar? Artık yazıla yazıla suyu çıkan Dolmabahçe görüşmelerinden tutun da AKP’ye ‘iktidar yolunu’ açan esrarengiz Washington ziyaretine kadar pek çok konu bugüne kadar hep karanlıkta kaldı.
Nasıl bir şeffaflıktır bilinmez, ‘kozmik oda’ bir muamma olarak hayatiyetini sürdürüyor. Orada ne arandı, ne bulundu, ‘çuvallar dolusu evrak’ nereye götürüldü, belki hükümetin başının bile haberi yok.
Bakınız ‘özel temsilcisi’ olan MİT Müsteşarı, PKK ile pazarlıktan dolayı ‘şüpheli’ olarak özel yetkili savcılığa çağırılıyor.
Hazret, önce görüşmeleri ısrarla reddetmiş, sonra “Devlet görüşür” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştı.
Geldiğimiz nokta ise bambaşka gelişmelere işaret ediyor.
- “Devletin savcısı, devletin istihbarat müsteşarını hangi soru işaretlerinden dolayı sorguya çekiyor?”
- “MİT’çileri ifadeye çağıran devlet ise, KCK soruşturmasını yürüten polis müdürlerini görevden alan kim?”
İhtimal bizler kadar bu sorunun cevabını bilmeyen bir diğer kişi de hükümetin başıdır.
***
İlginç değil mi, bir yandan PKK ile Oslo’da yapılan görüşmelerden dolayı MİT Müsteşarı ve ekipteki diğer kişiler ifadeye çağırılıyor, öte yandan PKK’nın kentlerdeki uzantısı olan KCK’ya karşı operasyon yapan polis şefleri görevden alınıyor.
Olayın kendisi ilginç, ‘zamanlama’ daha da ilginç. Kim, kime ve nasıl bir mesaj veriyor çözebilene aşk olsun.
Daha yakın zamanda 34 kişinin öldüğü Uludere olayında da aynı bilinmezleri taşıyan bir tabloyla karşı karşıya kaldık.
Hükümetin başı, yine ‘herşeye hakim’ bir edayla kendince izahlar getirmeye çalıştı.
İstihbarat kopukluğu olduğunu öne sürdü. Sınırdaki bir karakol komutanı görevden alındı. Kaçakçılığın sınır köylerinde ‘rutin bir hadise’ olduğundan dem vuruldu.
Öyle oldu, böyle oldu..34 köylü, üzerlerine ‘PKK paçavraları’ örtülen tabutlarla son yolculuklarına çıkarken, arkalarında bir yığın soru bıraktı.
Ama görüntüye bakılırsa, hükümet her şeye hakimdi. Artık adına ‘yol kazası’ mı denilir, başka uygun bir ifade mi bulunur çok da önemli değil, iş ‘tazminat’ ile kapatılır, olur biterdi.
Muhalefetin “İstihbaratı kimden aldınız, CIA’dan mı, MOSSAD’dan mı?” feryadı, hiçbir yankı bulmadan unutuldu gitti.
Muktedirler ordusu o ketum, gizemli hallerini muhafaza ederek, “Okey Coni, işlem tamam” pozuna bürünüp, sessizliğe gömüldüler.
Saydamlık (!) yine para etmedi vesselam.
***
Hani dedik ya, Dolmabahçe’nin sırrı da aynen Oslo görüşmeleri yahut Uludere hadisesi gibiydi.
Taraflardan herhangi birinin ‘sır vermeye’ ne gücü, ne hevesi vardır. ‘İnkâr’, ‘yalanlama’, ‘zımmen kabul’ ve derken Oslo zirvesinin detayları orta yere saçıldı.
Yarına kalmaz, Uludere hadisesi için de benzer bir süreç başlayabilir.
Ama emin olun bu kesinlikle ‘hükümet kanadından’ olmayacak. Onlar herşeye hakim havalarında çizdikleri rotaya uygun hareket ettiklerini zannederken, asıl oyun kurucu ‘bozuk paraları’ harcamaya başladı bile.
Genelkurmay eski başkanlarından Yaşar Büyükanıt ile ilgili yazılıp çizilenlere bir bakın.
İddialara göre Türk polisi, ABD’li yetkililere ‘askerler’ ve ‘darbe taraftarları’ hakkında hayli detaylı brifingler vermiş.
Dönemin Emniyet Genel Müdürü, “Yok böyle bir şey” diyor. ABD’liler topu ‘ortada’ bırakıyor. Hükümet kanadından pek bir açıklama yok.
Belki ‘Pandora’nın kutusu’ açılırsa, kendileri de bu işten zararlı çıkacaklar diye endişe içindeler.
Öyle ya, ‘millet’, ‘milli irade’ diye kendini paralayanların böyle ‘kapalı kapılar’ ardında iş çevirmeleri pek de şık düşmüyor.
***
Evet, yakın tarihten üç gizemli olay.
Dolmabahçe görüşmesi, Oslo buluşmaları ve Uludere olayı.
‘Şeffaflıktan’, ‘ileri demokrasiden’ söz edenlerin maskesini düşüren, daha doğrusu onların ne kadar ‘acz içinde’ olduklarını gösteren ‘klinik bulgular’ bunlar.
“Acz içindeler” diyoruz, zira gelişmeler aslında ‘bildiğini’ sananların birçok şeyi bilmeyip, sadece birilerinin itelemesiyle ‘ateşe’ doğru yol aldıklarını görüyoruz.