Sonunda iffet kazanır, namertler kaybeder!
Bu havuz canlılarının ortak özelliği galiba, önce iftira atmak sonra da kıvırabildiği kadar kıvırmak... Severek kullandığım ‘havuz çocukları’ tanımı bu yüzden tam oturuyor... Hem biyolojik hem de sosyo-psikolojik açıdan!..
28 Şubat sürecinde de öyle olmadı mı? Karakterleri gereği çoğu kıvırmamış mıydı? O günün sözde İslâmî hassasiyetten gelen siyasetçi ve gazetecileri sinmemiş miydi? STK’lar boşaltılmamış mıydı? Şimdi bürokrasinin tepesinde oturan birçok yönetici o gün gümüş yüzüklerinden sıyrılıp kamu kurumlarındaki mescitlerden kaçmamışlar mıydı? Parti yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları ve diğerlerinin ömrü kendileriyle ilgili isnatlar için televizyonlara çıkıp ‘komplo, tezgâh, öyle demek istemedim’ edebiyatıyla geçmemiş miydi?
Ülkenin Başbakanının koridorlarda omuz darbelerine maruz kaldığı, uzun ve kahredici MGK toplantılarında aşağılandığı o günlerde MGK’da erkeklerden daha fazla direnen İçişleri Bakanı Meral Akşener’di... Üstelik küçük ortağın milletvekiliydi ve partisinin altı, istifalar yoluyla oyuluyordu...
Akşener’in nasıl bir delikanlılık sergilediğini ve bunun karşılığında hangi tehditlere maruz kaldığını ama yılmadığını bütün Türkiye biliyor... Tabii o iftiracı ‘havuz çocukları’da... Erbakan’ın kan ter içinde kaldığı MGK toplantılarında Akşener’in direnci ve özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın kendisine yönelik saldırısıyla ilgili geri adım atmayışı bir tarihtir artık...
* * *
Günümüzde hüküm sürenlerin ve mağdur edebiyatından beslenenlerin kaçı o dönemin ‘ciddi’ mağdurudur? Evet ‘ciddi’ mağdur kaç kişidir? O dönemde demokrasiyi sahiplenmek adına hükûmeti dışarıdan destekleyen rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları ile Meral Akşener gibi düşünen sınırlı sayıda milletvekili dışında o adaletsiz rüzgâra direnen kaç kişi vardı?
Siyasetin cilvesine bakın: Akşener, 28 Şubatçıların Emniyet Genel Müdürü’nü değiştirmek, yerine eski Hakkâri Valisi’ni getirmek istiyor fakat koruma altındaki Genel Müdür direniyor... Buna tahammül edemeyen Akşener o öfkeyle gece Genel Müdürlüğü basıyor ve kapıları kıra kıra dediğini yaptırıyor...
Aradan birkaç yıl geçiyor, iktidar değişiyor ve o da ne? Vesayeti kaldırdığını iddia eden ‘mağdur ve mağdureler’in mutlak iktidarında Ankara’ya bir vali atanıyor... 28 Şubatçıların Emniyet Genel Müdürü, bu ‘demokrat İslâmcılar’ döneminde yıllar sürecek Ankara Valiliği koltuğuna oturtuluyor!.. 28 Şubatçıların gözbebeği müdür Ankara Valisi’dir artık!.. Şerefi AKP’ye ait olmak üzere!..
* * *
Namustan ve haysiyetten mahrum havuz canlılarının iffetli bir kadına iftira atmaları, alçalmada sınır kavramının fizikle izah edilemeyeceğini gösterir... Bu iftira isterse HDP’li bir kadına atılsın, karşı çıkmak insan olmanın bir gereğidir... İnsan düşmanına bile namertlik yapmamalı,’harphiledir’i sulandırıp içine kuralsızlık ve şerefsizlik doldurmamalı... Ve madem iddia ediyor, arkasında durmalı... Şimdi aynı yolda yürüdüğü ‘kıvrak’ arkadaşları gibi olmaktansa, Akşener’in o zor günlerde durduğu gibi durmalı... Nerede o yürek? Az daha “Ben konuşmadım, kuzenim konuşmuş” diyecek!..
* * *
Uzun zaman siyasetin içinde bulunduk, hem fiilen hem de gazeteci olarak... Meral Akşener’in imanına, safiyetine ve yüreğine kefiliz demek bile haddimizi aşar, mâlûmun ilâmı olur...
Müfteri esfel-i safilîn takımına gelince, Allah onları Nur suresinde ‘azâbı bekleyen lânetliler’ olarak tanımladıktan sonra söz bitiyor!.. Şunu ifade etmeden geçmeyelim: Bu mesele ülkemizdeki kadın haklarıyla ilgili kuruluşlar tarafından yeterince değerlendirilmemiş ve tavır geliştirilmemiştir... Oysa bu mesele sadece Meral Akşener’in değil veya ülkücülerin meselesi değildi ki... Hukukun ve insanlığın en temel gereğiydi...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın suskunluğu elbette anlaşılabilir... Oysa bazı suskunluklar var ki, hiç anlaşılamıyor... Yazık çok yazık... Bunu daha sonra konuşacağız!..