Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zafer Arapkirli, bugün yayımlanan, “Şaibesiz ne vardı ki?” başlıklı yazısında, AKP iktidarının İstanbul seçimi ile ilgili şaibelerden bahsetmesine, önceki seçimler üzerinden yaklaştı. Arapkirli, iktidara, “24 Haziran 2018 genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi çok mu adil koşullarda yapılmıştı sanki? Ya 16 Nisan 2017 referandumu?” diye sordu.
Arapkirli, “Seçimin ‘yarışanı bir parti ve lideri’ propaganda yasaklarından muaf tutuldu kaç yıldır. Medyanın neredeyse tamamını satın alıp (evet fiilen satın alıp) ülkenin geri kalanına ateş ettirdiniz tüm kampanyalarda. Şimdi... Oturun, paşa paşa kabul edin sonuçlarını ve yoluna devam etsin bu ülke. İnsanlar açlıktan yakında toplu intihara sürüklenecek.” dedi.
Zafer Arapkirli’nin yazısı şöyle;
ŞAİBESİZ NE VARDI Kİ?
Üstelik, sadece 31 Mart değil, bundan öncekiler de. 24 Haziran 2018 genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi çok mu adil koşullarda yapılmıştı sanki? Ya 16 Nisan 2017 referandumu? Kurul’u, seçimin bir “yarışanı” tayin ediyorsa, o Kurul’un “tek yetkili organ” olduğu bir müsabakanın sonucu, adil ve tartışmasız kabul edilebilir mi? Aynı Kurul, bu ülkenin rejimini, yönetim biçimini belirleyen bir halk oylamasının yapıldığı gün, üstelik oylama devam ettiği sırada, kuralları değiştiriyorsa ve o gün “kaç mühürsüz oyun mühürlüymüş gibi geçerli sayıldığı” konusu hâlâ tarihi bir muamma durumunda ise o oylama geçerli sayılır mı? O oylama ile değişen rejim ve sonucunda “Başkan” seçilen kişinin makamı tartışmalı değil midir?
7 Haziran 2015’e kadar da gidelim mi? O seçimin sonuçlarının adeta “mülga” sayılarak, hükümet kurma görevi muhalefet liderine verilmeden, o dönem şaibe altında bırakılarak 1 Kasım’da (üstelik de araya bir bölgesel savaş sıkıştırılarak) yapılan tekrar? Yargıya “tek tip ayar”ın verildiği en tartışmalı halk oylaması olan 2010 Anayasa oylamasına giderken, aynı FETÖ’nün “mezardaki ölülere bile oy kullandırmak lazım” talimatını verdiğini, sonuç açıklandığı gece balkondan “Okyanus ötesine deeee, teşekkürleeeer!...” diye gür bir sesle alkışlar arasında seslendiğiniz 12 Eylül gününü de hatırlatalım mı? (Yetmez Ama Evetçi soytarılar burada sizin de kulaklarınız “çınım çınım” çınlasın e mi?)
O nedenle, bugün ortalıkta ter ter tepinerek yaptığınız “Biz kaybettiysek mutlaka bir bit yeniği vardır. Bi şaibe kokusu alıyoruz. Acaba FETÖ filan parmağını sokmuş olmasın bu sandıklara?” türü maskaralıkların âlemi yok. Seçimin “yarışanı bir parti ve lideri” propaganda yasaklarından muaf tutuldu kaç yıldır. Medyanın neredeyse tamamını satın alıp (evet fiilen satın alıp) ülkenin geri kalanına ateş ettirdiniz tüm kampanyalarda.
Şimdi... Oturun, paşa paşa kabul edin sonuçlarını ve yoluna devam etsin bu ülke. İnsanlar açlıktan yakında toplu intihara sürüklenecek. “Papaz” olmadığımız komşu ya da önemli dünya gücü kalmadı zaten. İşimize bakalım. En azından yerel yönetimlere bir süre bahar havası gelmiş olmasını içinize sindirin.
Yani, özetle: "Şaibeden, abidik gubidik’ten, hileden hud’adan" eğer birileri söz edecekse, o siz değilsiniz. Gidin, işinizi yapın. Piyasanın yangınını söndürün. Dış borçları ödeyin. İki süper güç arasındaki “binamaz durumu”nu çözün. Suriye’den bir an önce çıkın ve yarattığı hasarı giderin. Bir an önce. Haydi. Biraz argo kaçacak ama... Kaçsın: Uzayın!.. Ayrıca... Eğer bu seçim tekrarlanırsa, muhalefetin de bu yazıyı dönüp bir daha okuması ve asla o oyuna gelmeden “Kurumsal boykot”u hayata geçirmesi farzdır. Yani, “seçmene oy vermeme çağrısı” değil. Parti olarak “seçime girmemek.”
Çözülme
Siyasette ve aslında hayatın genelinde şaşmaz kuraldır. Zaferler-şampiyonluklar takımları, toplumları, kitleleri, milletleri birleştirir. Moraller düzelir. Birbirine daha sıkı bağlar. Dargınlıkları, kırgınlıkları ve sorunları unutturur. Halının altına kendiliğinden süpürür. Gol atılınca herkes birbirine sarılır yani.
Buna mukabil, yenilgiler saflarda çözülme yaratır. Sinirler gerilir. En ufak anlaşmazlıklar kavgaya dönüşür. Bağlar gevşer. Herkes burnundan solumaya başlar. Ertelenmiş, ötelenmiş ayrılmalar, kopmalar gündeme gelir. Çıkıp gidecek yer arar insanlar. Lider değiştirmenin, o olmazsa saf değiştirmenin, o da olmadı yeni dükkân açmanın yollarını aramaya başlar. Gol yiyince herkes birbirini azarlamaya başlar yani. Mukadderdir bunların olması. Zafer en iyi tutkal, yenilgi en büyük şiddette zelzeledir. Yazının ilk kısmında anlattığım, bugüne kadarki tarihi “hormonlu zaferler”in sahipleri, bugün ilk kez böyle bir gerçek ile karşı karşıyadır. Allah kolaylık vermesin. Neden mi?
Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkım projesidir o geçmiş “şaibeli zaferler” ve “tartışmalı pozisyonlarda atılmış goller.”