Sonra bir Türk kalır ve bir de Türk’ün dostları

Soyca bizdenmiş-değilmiş demeden, yaşadıkları topraklarda zulüm gören kim varsa kapılarımızı açtık, ekmeğimizle birlikte vatanımızı paylaştık... Misafirimiz değil kardeşimiz kabul ettiğimiz için onları ‘gettolar’da değil, bağrımızda yaşattık, kendimizden hiç ayırmadık... 19. Yüzyıldan itibaren Anadolu toprakları bir çok kavim ve topluluk için ‘yaraları sarma’ ve ‘hayata yeniden tutunma’ havzasına dönüştü... Buna 20. Yüzyıldaki dramatik küçülme eklenince, evlâd-ı fatihan ve onların kader ortağı Müslümanların da istikameti bu topraklar oldu...
Kafkaslardan başlayıp, Balkanlar ve Orta Doğu’yla devam eden göç dalgalarının adresi Anadolu, yaşadığı savaşların yıkımlarına ve fakirliğine aldırış etmeden hep samimiyetle kucak açtı mazlumlara... Hiç ötelemedi kapısına dayananları... Varlığı da, yokluğu da, hatta yönetme yetkisini de paylaştı gelenlerle...
İmparatorluğun ağır enkaz bedelini öderken çektiği çileye ve yeni devleti ayakta tutmak için harcadığı büyük enerjiye rağmen hiç gocunmadı... Cumhuriyet dönemi de devam etti mazlumlara kol kanat germeye, kapıları kimsenin yüzüne kapamamaya... Bu, iktidarlar ve partiler ötesi bir durumdu, millî karakterimizin gereğiydi...
1991’deki Körfez Savaşı’ndan kaçan Iraklı Kürtler de bu merhameti doyasıya yaşadılar Türkiye topraklarında... Saddam Hüseyin’den kaçan onbinlerce Kürt, Suriye ve İran’a değil, bu topraklara sığındı ve kendi bölgeleri ‘emin’ hâle gelinceye kadar devlet ve milletimizin nimetlerini paylaştı... Tıpkı bugün neredeyse bütün yükü Türkiye’nin omuzlarına kalmış Suriyeli mülteciler gibi...
Bugün Batı dünyasında yabancı göçmen varlığının ‘ırkçılık’ akımına sosyolojik zemin oluşturan faktör gibi görülmesi inkar edilemeyen bir gerçek... Tıpkı Kuzeyli İtalyanların, kendilerine oranla daha az gelişmiş gördükleri ve ürettikleri ekonomiyi paylaşmak istemedikleri Güneylilerden ayrılma niyetleri bir fantezi olmaktan öte siyasî akıma dönüşmesi gibi bir gerçek... Dünyaya egemen bakışta ekonomik öncelikler artık kan, soy, din veya insanîlik gibi gerekçeleri sıfırlarken, Türk milleti ve devleti, Kuzey Irak’tan kaçan masum Kürtlere başlarına kakmadan kucak açmış, dünyada pek tutulmayan bir özellik ortaya koymuştu aslında... Kaderin garip cilvesine bakın ki, bu kez zorda olan Kuzey Suriye Kürtleri... Savaştan kaçan onbinlerce sivil Irak’taki bölgesel yönetimin kapısına dayanıyor... Ama Semelka sınır kapısı mültecilere kapalı... Sınırı geçmek isteyenler peşmergeler tarafından sertlikle püskürtülüyor... Muharip olmayan unsurlara da izin verilmiyor... Iraklı ‘soydaşlar’ı onların en zor gününde kapılara duvar örmüş durumda... Bu bir ‘fark’tır elbette, insanlık âleminde Türk’ü başka bir yere koyan büyük bir ‘fark’... Bunu anlaması gerekenler anlarlar mı acaba?
Yeri gelmişken bir mahallî televizyonda izlediğim bir bölümü aktarmak istiyorum... Yardım programıydı ve ekip Trabzon’un Maçka ilçesinde fakir bir dağ köyüne gitmişti... Erken ölen babadan sonra ortada kalan bir ana ve üç küçük çocuk... Tarifsiz fakirlik ve sefalet öylesine ezmiş ki aileyi, utanmaktan konuşamıyorlar bile... Yardımsever aile çocukları belki de ilk defa görecekleri şehri gezmeye ve alış verişe götürdü... Bir markete girdiler... Her taraf ışıl ışıldı, etrafta göz alıcı ürünler, renkli renkli şekerlemeler, çikolatalar vardı... Dört beş yaşlarındaki küçük çocuğa sordular “Ne istersin, alalım?” diye... Küçücük yaşta dünya sırtına binmiş o küçük çocuk “Çikolata, bisküvi, şeker” diyemedi... Başı öne eğik vaziyette, utana sıkıla, kısık bir sesle “Buzağının kepeği bitti, ona kepek alalım” diyebildi...
Fark buydu işte... Bu millete ihanet olmaz... Üstüne fakirlik çökmüş bu milletin beş yaşındaki çocuğu bile önce kendisini değil, buzağısını düşünüyorsa, bu müşfik millete ihanet olmaz... Olursa, işin bir de ilâhî boyutu var, kötü olur, hem de çok kötü!.. Bu millete dostluk eden hep karşılığını gördü de, düşmanlık eden, pusu kuran, zor zamanlar için hançer saklayan hiç iflah olmadı...
Kendinden saydıkların kapıları yüzüne kapatır da, düşerken bile tarih yazan ‘vefalı Türk’e muhtaç kalırsın... Bu coğrafyanın kaçınılmaz bir akıbetidir bu... Tarih bu gerçeği bilmeyen veya umursamayan kavimlerin helâkını yazar sürekli...
Unutma!.. Sonra bir Türk kalır ve bir de Türk’ün dostları...

Yazarın Diğer Yazıları