Son çıkan ışıkları söndürsün...
Biliyorum, yazıyı okuduğunuzda "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" diyecek ve yazının başlığı ile yazı arasında hiçbir bağ kuramayacaksınız. Doğru. Yazı ile başlığı arasında hiçbir bağ yok.. Men çe gûyem, tanburam çe gûyet.. Yani ben ne söylüyorum, tanburam ne çalıyor. Başlık ne diyor, yazı ne anlatıyor. Hani nasıl derler 'kel alâka'. Twitter'ın bir jargonu var, 'at faw'a beklesin' diyorlar ya! Kıymetli okuyucular, en iyisi siz bu başlığı faw'a atın ve bekleyin. Fazla uzun olmayan bir zaman sonra yine bu başlıkla bu kez yazıyla harf be harf alâkalı bir yazı yazacağım, daha doğrusu yazdım aslında, yalnızca yayınlayacağım. Yakında kapanan dükkândan son çıkanı, ışığı kimin söndürdüğünü ve metruk binayı hep birlikte gördükten sonra; ağlamak, dövünmek yok ama şimdiden söyleyeyim...
İmdi başlıkla alâkasız yazımıza dönelim ve başlıkla alâkasız alâkasız biraz şiirden ve aşktan söz edelim.
Hep aklıma takılmıştır; acaba neden şiir genç yaşlarda bu kadar popüler de, yaş ilerledikçe umursanmayan bir şeydir? Gençlikte insanı şiirle ilgilenmeye iten nedir ki, bu durum sonraki yıllarda aynı bedende aynı ruhta varlığını devam ettirememekte? Bu sorunun cevabının ben, şiir ve aşk ilişkisinde olduğunu düşünüyorum. Aşk dediysem, bu, bu ülkenin her gencinin yaşadığı türden 'platonik' olanı kast ediyorum. Bana öyle geliyor ki, şiirî ifadenin gizleme imkânı, platonik aşklarımızı hem âşikâr edebileceğimiz hem de, bunu inkâr edebileceğimiz bir zemin. Biraz karışık mı?
Nasıl mı?
Her platonik aşk, o aşkı yaşayan yürekte ifadesini bulmayı, yani bilinebilir olmayı ister. Ama aşkın platonik olarak kalmasının tek şansı, o aşkın yöneldiği kimsenin bilinmemesi, bir sır olarak kalmasıdır. Acı çekmenin erdem olduğu doğulu toplumlar, bu yüzden hem acılarını nihâyete erdirecek ifadelerden kaçmayı hem de bunu belli-belirsiz bir aşk nâmesine dönüştürmeyi ister. Bunun için şiirden daha elverişli bir zemin bulunabilir mi? İnkâr şansı veren bir ilândır şiir âşık için. Burada inkâr şansı önemli. Zira, aşk mahrem ve mahçup olunacak bir şeydir ömrün o çağlarında. Şu halde genç şair, bir yandan ne çok acı çektiğini taife-i dositâna ilan etmeli ama, diğer yandan özellikle büyükler karşısında inkâr şansını elinde bulundurmalıdır. Çünkü o satırlar, yakın bir arkadaş için bir sır ortaklığı kabîlinden paylaşılabilir, lâkin aynı satırlar ikinci halka için sakıncalıdır.
Galiba şiir bizim gibi toplumlarda, içtimâî hayatın veya devlet aygıtının zulmünden korunmak için bir kalkan vazifesi görüyor. Bu soru tersinden düşünüldüğünde, bana öyle geliyor ki düz yazıyla olan millî ve kadîm mesâfemiz anlaşılır bir zemîne ve iklîme oturur.
Genç platonik âşık, şiiri nâdiren kendi varoluşu üzerine düşünmek için bir zemîn olarak telâkkî eder. Her ne kadar bizim gibi doğulu/Akdeniz toplumlarında geleneğin belirlediği alanda bu soruların yeri yoksa da, şiir kendi oluşunda oraya yönelir. Fakat, burada hiçbir zaman, şiir esas olmadığı için yazanını da o mecrâa taşımaz. Dünyevî aşk (başka türlüsünün de olduğu ve artık dünyamızdan göçüp gittiği rivâyet edilir) 'yüz kızartıcı suç'lardan biri olduğu için genç şair böyle bir suçu ar duygusunu abartarak işlemez görünür. Ve fakat, kalbe söz geçer mi? O ne kural tanır, ne ar bilir ne hâyâ, ne de aşkın bir suç olduğunun farkındadır. Tek çözüm şiir yazmaktır. Çünkü şiir, sırları ve içtimâî şuurdaki karşılığından dolayı mâsumdur.
Hele hele genç âşık bir de o yıllarda kendini 'dâvâ adamı' olarak görüyorsa, şiir aşkın form değiştirerek bir hamâset edebiyatına dönüşmüş hâlidir. Artık aşk, dâvâ-dâvâ adamı bağlamına sıkıştırılmaya çalışılır. Ancak aşk, ne o yeri kabul eder ne de orada mümkün olur. Ortaya çıkan sıkışmış bir zihnin ve mânâ nüanslarının kendine yer açma gayretinden ibârettir.
Yaş ilerledikçe artık şiir hoş karşılanmaz olur. Çünkü aşklar hem bir yandan platonik olmaktan çıkmaktadır hem de insanı hayal âlemine götüren ve dolayısı ile yaşanan realiteyi reddeden bu gençlik meşguliyeti, bundan sonra yerini gerçek hayattaki parayla ölçülebilir alanlara bırakmalıdır. Artık bir baltaya sap olma zamanı gelmiştir ve evvelemirde yapılması gereken; hayalden uzaklaşmaktır.
Bizim gibi hayatı tuhaf bir ahlâk anlayışı çerçevesinde kavrayan toplumlarda neresinden bakarsanız bakın gençlik boşa geçmiştir. Hayatın kurulduğu bu zaman diliminde genç şâirin ne aşkı gerçek aşk olmuş, ne şiiri şiir olmuş ve ne de hayatı sahici olmuştur. Kendi kimliği bile sahici olmayan genç, 'istikbâlin teminâtı' olarak artık şiiri bırakmış ve aşktan çoktan vazgeçmiştir. Aslında her şeyi kendi bağlamında düşünmek derken kastettiğim şey tam da hayatı sahici kılmaktan başka bir şey değildir. Ne zaman aşklarımız, ideallerimiz sahici olur, onu, yaşamanın bir imkânı olarak algılarız; o gün gençlerimiz istikbâlin teminâtı olmaya namzet olurlar diye düşünüyorum... Aslına bakarsanız efendim, bendeniz gençlerin yalnızca sahici olmalarının kâfi ve de vâfi olduğunu belirtmek isterim...