Sokağa çıkmak bütün ülkede yasaklansın!
Muş Valiliği, şehirde tuzaklanmış patlayıcılar olduğu, sokaklarda eli silahlı teröristler kol gezdiği için halkın can ve mal güvenliğinin tehlikede olduğu gerekçesiyle sokağa çıkma yasağı ilan etti.
"Devlet"in idare mekanizmasına hükmetme pozisyonundaki AKP, vatandaşın can ve mal güvenliğini ancak bu şekilde; yani "ev hapsi"ne mahkumiyetle sağlayabiliyorsa eğer bu yasak derhal yurt sathında genişletilmeli! Çünkü sadece Muş'ta, Varto'da değil, sadece Hakkari'de, Şırnak'ta, Tunceli'de, Diyarbakır'da, Bingöl'de, Bitlis'te, Van'da, Ağrı'da, Adıyaman'da, Şanlıurfa'da, Kilis'te değil; İstanbul'da, Ankara'da, Antalya'da, Adana'da, Mersin'de, İzmir'de, Bursa'da, Trabzon'da, Tokat'ta, Çanakkale'de, Edirne'de, Kütahya'da, memleketin hiçbir noktasında ne can, ne de mal güvenliğine sahip değiliz hiçbirimiz!
Cengiz Akyıldız; İstanbul'da, gün ortasında katledilmedi mi?..
Berkin, İstanbul'un orta yerinde ekmek almaya giderken...
Uğur, şehrin göbeğinde hem de bir ibadet mekanında, cenazesini kaldırırken...
Fırat (Çakıroğlu); İzmir'de, üstelik de üniversite sınırları içinde, gün ortasında katledilmedi mi?
Sonra sadece o roketatarlar mı, uzun namlulu tüfekler mi, tabancalar mı, el bombaları mı "silah"?
Taksim'in göbeğinde genç kızlara kaldırılan o "pala"lar ne mesela?
Vezneciler'de "Cumhuriyet"e karşı açılan o kapkara "hilafet isterük" paçavraları ne?
İntihar süsü verilmiş "töre" etiketiyle meşrulaştırılan cinayetlerde, samanlıklarda, ahırlarda, ağıllarda kız çocuklarının sallandırıldığı urganlar ne?
Sonra memleketin herhangi bir yerinde, herhangi bir sokak arasında kadınların 20 yerine 30 yerine sokulup çıkarılan "koca" bıçakları ne?
Aile içinde, trafikte, hepsini geçiniz TBMM'de sallanan yumruklar, tekmeler ne?
Stadyumlarda, spor salonlarında uçan sandalyeler, şişeler ne?
Üniversite amfilerinde depolanan demir sopalar, zincirler, çakıdan döner bıçağına hatta kılıca kadar değişik ebatlardaki kesici-delici aletler ne?
Ana-baba kılıklı kalpsizlerin, canilerin süt kokan bebelerin üzerinde söndürdüğü sigara izmaritleri ne, jiletler ne o tazecik tenleri doğradıkları?
Kokusu, okul çağındaki çocukların sızıp kaldıkları viranelerden buram buram yükselen tiner ne?
Okul kapılarında satılan "bonzai" ile bilinir hale gelen sentetik-kimyasal "zehir"ler ne?
Kullanım yaşı çizgi film, sek sek, yakar top çağındaki çocuklara kadar düşen uyuşturucular ne?
Bencillik ne?
Şımarıklık ne?
Hırs ne?
Kanun tanımazlık ne?
Siyaset ne; hele hele iktidar ne, en vurucu, kırıcı, ezici, ölümcül silahı haline gelmedi mi son 13 sene içinde?
Sokağa çıkmayarak mı koruyacağız kendimizi de iktidardan da mesela?
Çocuklarımızı -sokağa çıkarmak diye bir şey kalmadı artık zaten de- okula bile yollamayarak mı koruyacağız?
Trafiğe çıkmayarak, evlenmeyerek, hiçbir şekilde sosyalleşmeyerek mi koruyacağız kendimizi?
İki gün önce bizzat yaşadığım -son bir yıldır bir ömür boyu yaşamadığım kadar sağlık skandalı, kaza, belayla tecrübe ettiğim 'Allah'a emanet olma halimiz'in üzerine tüy diken- trajediden örnek vereyim:
Hafta sonu yazmadım;
"Hayırlı bir iş"le meşguldüm, kardeşim evleniyordu. Ateş düşen ocaklara saygısızlık olmayacak bir edep içinde çok göze sokmadan ama iki gencin en mutlu gününü de yaşayabileceği "ölçüler" dahilinde "düğün de bizim, cenaze de" şuurunda elimizden geleni yapma niyetindeydik; güya "iç güvenliği" sağlamak uğruna Meclis'te muhalif milletvekillerini döve döve yasa çıkaranların, güya yüksek güvenlikli ülkesinin sokaklarında kana bulandı!
Damadın abisi -büyük kardeşim- gelin arabasıyla düğün evine gelirken, haplanmış mı, tiner yahut başka bir uçucu madde mi çekmiş bilmediğimiz tiplerin saldırısına uğradı!
Gelin arabasının önünü kesmişler; burada adettir arabanın önünü kesene önceden zarf içine hazırlanmış bahşişi verilir, sonra herkes kendi yoluna... Yol kesenlerin kafaları bir dünya olunca olay böyle "usulüne uygun" gelişememiş... "Laf" anlatmak, anlaşmak da mümkün değil... Kardeşim eve yüzü gözü kan-revan içinde geldi; başından yaralı... Kırık şişeyle vurmuşlar; düğün günü hastanede bulduk kendimizi, alnına 12 dikiş atıldı. Biz -inanabiliyor musunuz- bu hale şükrediyoruz; çünkü kısa bir süre önce nikah salonundan çıkarken aynı "kafadaki"ler tarafından şişlenen damadın öldüğünü biliyoruz!
Hadi Muş'ta halkı PKK terörünün yarattığı tehditten korumak için "sokağa çıkma yasağı" ilan ediyor iktidar; peki buralarda, "sahillerde" yaşayanları korumak için nasıl bir planı var? Var mı?
Aşırı dozda umutsuzluk, karamsarlık, çaresizlik yükleyip, üzerine bir de borçlandırarak kendine bağımlı hale getirmek suretiyle oluşturduğu "cinnet toplumu"ndan, yani "biz"den nasıl koruyacak bizi?
Ya komşunun oğlu, ya aşağı mahallenin çocuğu, ya bakkalın çırağı; sokaklarda canavarlaşan o potansiyel katiller de yabancı değil ki, nihayetinde hepsi "içimizden birileri"...
Ciddi olarak merak ediyorum; bu yozlaşmanın, çürümenin tedavisine dönük bir sosyal iyileştirme reçetesi var mı Türkiye'nin; yoksa biz de kendimizi evlerimize mi hapsedelim pisi pisine ölmemek için?