Siyasi savrulma ve ahlak
Siyaset, kimliğini ya da davasını kendi elleriyle bereleyenlerden geçilmez olmuştur. Bir anda sövgüden övgüye, nefretten aşka savrulanlar türemiştir. Uğruna tonlarca nefes tüketilen siyasi ve ahlaki duruşun bir anda değiştiğine toplum şahitlik ediyor. İnsanlar rahatlıkla dün söylediğinin tam tersini bugün yapabiliyor.
Aslında olan bitenler biraz da türler, değerler ve inançlar arasındaki sınırların yıkılmış olmasıyla ilişkilidir. Bu durum insanlarda ciddi bir anlam bulanıklığı yaratmıştır.
Günümüzde erkek ile kadını, yerel ile evrenseli, organik ile mekaniki, kutsal ile dünyevi olanı birbirinden ayıran sınırlar kalkmıştır. Aynı zamanda doğru ile yanlış, haram ile helal, adalet ile zulüm arasındaki çizgi de kaybolmuştur. Bu durumda anlam ile anlamsızlık da anlamını kaybetmiş demektir.
Kemiyet keyfiyete, anlam anlamsızlığa ya da tersi her şey birbirine iltica eder haldedir.
Günümüzde Marks'ın zamanından daha çok katı olan şeyler buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey daha çok dünyevileşiyor ve insanlar giderek daha fazla kendi gerçek yaşam koşulları ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.
Toplumsal yaşamda cinsler karışmış, normlar yıkılmış, saflık saf dışı edilmiştir. Her şey biraz o, biraz bu haline almıştır. Kim kimdir? Ne nedir? Belli değildir.
Hiçbir saçmalık ve ihanet insanları şaşırtmıyor!
Elbette "herkesle her şey olmak" karakteri müsait olanlar için meziyettir. Bunu anlayışla karşılamak mümkündür. Ancak yumurtadan çıkıp kabuğunu tekmelemek, ekmek yediği kabı kirletmek ya da bir zamanlar önünde eğildiği değerlerin üzerinde tepinmek, sütü temizlerin yapacağı bir iş değildir.
İtiraf etmek gerekir ki hiç kimse oportünizmin (fırsatçılığın), pragmatizmin (çıkarcılığın) ve pozitivizmin insanları bu denli sarsacağını hiç düşünmüyordu. İdeallerine ve inançlarına bazı insanların pamuk ipliğiyle bağlı olduğunu kimse aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Yılışıklığın, yüzsüzlüğün ve dönekliğin, başını bir davaya adamış olduğunu söyleyenler nezdinde karşılık bulacağını kimse ummuyordu. Kısacası hiç kimse her alanda ahlaki düşüklüğün revaç bulduğu böyle bir dönemi beklemiyordu.
Elbette kesin inançlılığa 'hayır' demek anlaşılır bir durumdur. Ancak cıvıklığın, yumuşaklığın, değersizliğin, donanımsızlığın iktidarını savunmak çok da anlaşılır değildir. İdealin itibarla, imanın ikballe takası da anlaşılır bir durumdur ancak imansızlığın kutsanması kabul edilebilir değildir.
Dününden, dininden ve yemininden ayrılanlar da mazur görülebilir ama onların geriye dönüp sadakati ve erdemi karalaması ve kirletmesi anlaşılır değildir.
Hadi diyelim ki, satılmadınız, kiralanmadınız, devşirilmediniz ve kendi aklınızla doğru ve risksiz bulduğunuz yere gittiniz. Size göre yanlış olandan döndünüz. Tamam da gittiğiniz yerde kendinize yer açmak için geçmişinizi ve kutsallarınızı kılıçtan geçirmeye ne gerek vardı?
Gelişme, kutsallara ihanetle olmaz ki! Hele hele tekâmül, reddi mirasla gerçekleşecek bir süreç hiç değildir. Değişme ve gelişme dahi her şey kendisinden öncekinin kökleri üzerinden yükselir. Unutmamak gerekir ki geçmişten kurtulmak halden kurtulmayı da beraberinde gerektirir!
Fourier diyor ki: "Medeniyet üç kâğıtçılara saray yaptırır, dahilere de kümes". Elbette Fourier'in sözünü ettiği türden bir medeniyete ulaşmayı insanlar arzu edebilir. Ancak bunu Juda'lık (İsa'ya ihanet) yapmadan Brütüs (Sezar'a ihanet) gibi dünkü mabedine kırkın üzerinde hançer saplamadan yapmalısınız. Çünkü sanıldığının aksine alçaklığın da hem sınırı hem de kuralları vardır.
Bizim evin bilumum hırsızları, götürdükleriniz arasında maddi olanları paraya çevirmenize itiraz etmiyoruz. Tepkimiz bize ait olan idealleri haraç mezat pazara sürmenizedir. Maziyi satarak yaşamayı meslek edinmeniz de sizin bileceğiniz iştir. Ama bunun seviyesiz, yakışıksız ve çamurla yapılmasına itiraz ediyoruz!