Siyasette ne lâzım
Seçimler yaklaşıyor. 12 Haziran’a kadar yapılacak konuşmalar, alınacak tavırlar seçim sonrasının kaderini oluşturacaktır. Kavgalı, kırıcı, çirkinliklerle şekillenmiş bir seçim döneminden sonra huzur beklemek boşunadır. Hâlbuki ülke huzura muhtaçtır.
Siyaset yapanlar bu işin sorumluluğunda olmalıdır. Siyaset adamları ülkeye huzur vermek, huzuru bozmamakla görevlidir. Huzur, demokrasiyi yaşatacak ve geliştirecek iklimdir. Bu iklimin rüzgârı dilden gelen rüzgârdır. “Hırs gelir dil kararır, hırs gider yüz kararır.” diyen atalarımız işin sırrını veriyor:Hırsı aşmak...
Evet; bizim atasözlerimiz engin bir deryadır. Halk dehasının yaşanan hayatın tecrübelerinden beslenen bu kültür bize aradığımız her şeyi veriyor. Hırsı aşmak hür olmanın başlangıcıdır.Tasavvuf erbabı bunu daima işlemiş ve zihinlere, gönüllere yerleştirmeye gayret etmiştir. Allah âşıklarının sözlerine bakalım: ...İskender Diyojen’i ziyarete geldiği vakit, Diyojen fıçısından kalkmamış, O’nu karşılamamıştı. Bu duruma gücenen İskender; “Sen beni tanımadın mı? Neden karşılamadın?” diye sorar.
Diyojen; “Niçin böyle bir mecburiyetim olsun? Sen benim kölemin kölesisin. Çünkü benim nefsim kölemdir. Sen, nefsine boyun eğmekle benim bendemin bendesi olmuş oluyorsun. O halde efendi bendeyi nasıl karşılar?”
Bu cevap üzerine İskender “Dile benden ne dilersen!” deyince Diyojen meşhur “Gölge etme başka ihsan istemem” sözü ile karşılık vermiştir.
Bu çapta feragat ancak Allah ehlinde bulunur. Feraset, özveri hür olan adamda, benlik ise esir olan kimsededir. Nefse esaret kadar büyük esaret düşünülebilir mi?
Kanunların hür kılmasıyla bir insan hür olmaz. Gerçek hürriyet, nefsin elinden kurtulmaktır. Ben hürüm, özgürlük var demekle hür olamazsınız. İnsan nefsinin zebunu (egosunun âcizi) iken hiç bir veçhile hür sayılamaz. Mesela bir sigara dumanına bile hükmün geçiremeyip, terk etmek istediği halde ona esir olmaktan kurtulamayan insan nasıl olur da hürlük iddiasında bulunabilir? Ancak, eğilimlerinin, iç güdülerinin, arzularının esiri değil, emîri olan insan, koca İskender’e, “Sen benim kölemin kölesisin” diyen Diyojen gibi hakkıyla hür olabilir.
İşte bu anlayış ve bu çapta derin düşünmeye muhtacız. Bizim iman ve kültür hayatımızı terk edip, yer altı suları gibi gizlenen, gözlerden uzaklaşan zenginliği bulmak, anlamak, yaşamak zorundayız. Yaşanan prensipler bizi güçlü ve inandırıcı kılar...
“Dostlarınla öyle yaşa ki; düşman olduğunda aleyhinde söyleyecek sözleri olmasın. Düşmanlarınla öyle yaşa ki; dost olduğunuzda yüzün kızarmasın.” İşte mikrofonu eline alanların kırmızı ve sarı ışığı olması gereken esas budur.
Bu gerçeğe gözlerimizi yumar, öfkelenir, kalp kırar, küfrederek ayıp ararsanız nasıl koalisyon hükümeti kurabilirsiniz? Unutmayalım her öfke biraz aczin itirafıdır. Hele siyasette öfke güzelliklerin köküne dökülmüş kezzaptır. Öyleyse öfkeyi, hırsı aklın gerisine alalım, sabır ve sükunetle kendi fikirlerimizi anlatıp, karşı tezleri dinleyelim.
Siyasette düşünce, fikir cevizleri yuvarlanır. Siz onların çürüklüğünü ispatlama gayretine girerseniz, sadece kendi zamanınızı tüketirsiniz. Zira nefsi, hırsı aşmış akıl kurtarıcı çarelere daha çabuk ulaşır. Bu sebeple sadece kendi tezlerimizi açıklamak kâfidir.
Siyaset adamı bu mantıkla hareket etmeli, karşı tarafın ayıp ve eksiklikleriyle uğraşmamalıdır.Bu yolda hile, desise ve yalanlara tenezzül edilmemelidir. Çünkü karşımızda ayıplı hal aramak, utanılacak yeni durumlara talip olmaktır.
Siyasette ruh dengesi sabır, akıl, güven veren bilgi ile yapılırsa seçim bir düğün havası içinde geçer, ülke için saadetli bir dönemin kapısını açar.
Gönülden dileğimiz ağır sorunlarla çevrelenmiş Türkiye’mizin bunları bilen, çarelerini düşünen kadrolarla zenginleşmiş bir seçim dönemi yaşamasıdır.