Seçim yasalarında sürekli değişiklik ihtiyacı ve halkın iradesini sandığa sağlıklı yansıtma yerine iktidarın seçimi gene kazanma kurnazlığıyla yapması özünde bu çelişkinin sonucudur. Kabul ve itiraf edelim ki bu coğrafyada öteden beri toplumsal mutabakatlara ilişkin derin sorunlarımız var. Sebebi çoğunlukla aklen idrak ve izah olunmamış daimî çatışma halindeki farklı değer yargılarımız temelsiz kutuplaşma ve ayrışmalara yol açıyor. Bu yüzden toplumsal dokumuz kırılgan, ''değerlerde çelişki'' kaynaklı çatışma potansiyelimiz yüksek.
İmparatorluk olması hasebiyle biraz da zorunlu olarak Osmanlı’nın milletler sistemi içerisinde cemaatlerin birbirine değmeden yaşama alışkanlığı günümüzde sosyolojik olarak yeni bir yüzle devam ediyor. Çağa uygun bir sivilizasyonu becerememiş “cemaatçi siyasi kültür” hala egemenliğini sürdürüyor. Böyle olunca arzu, beklenti, eylem ve arayışlarımızda “ilke” yerine “fayda” öne çıkıyor.
Siyasette meşru kabul edilen partizanlık, giderek doğal hatta gerekli bir popülizme dönüşüyor. Halkın tümünün iyi yönetilmesi anlayışı, bizim mahallenin faydasına iktidar eliyle toplumun tümüne hükmetme arzusunu iştiyaka çeviriyor.
Tarihi arka plan bagajımız itibariyle ''''otoriter'''' bir devlet geleneğine sahibiz. Demokrasi kültürünün eksikliğinden dolayı, hukuka dayalı sivil otorite nizamı kurmada zorlanıyor ve sürekli patinaj çekiyoruz. Çok değil 20 yıl önce 28-Şubat bağlamında kısa süreli de olsa askerî vesayeti tekraren soluduk. Bin yıldır sürecek denmesine rağmen ters tepen algısının yarattığı iklimle demokratik düzene geçme imkânı da bulduk. Ama bunu sürdüremedik ve bugün ataerkil baskıcı yönetime vücut veren aynı siyaset anlayışı ve tatbikatının hegemonyasından bunalıyoruz.
Elbette ki geriye dönüş yahut bir vesayetçi düzen özlemi çekmiyoruz, ancak yönetim işleyişinin bu haliyle de pek ileri gidemiyoruz. Ve sürekli bu soyut değer çelişkili meselelerle boğuşuyoruz. Siyasette yapısal sorunlarımızla baş etme, yönetilebilir bir şekle sokma ve çağın gereklerine uydurma çabalarımız yetersiz ve cılız kalıyor. Zaman içerisinde nispeten değişiyoruz, lakin bu sınırlı değişimler sonuç almada hep eksik kalıyor ve bir müddet sonra gene başa dönüyoruz.
Bugün de böyle bir zamandayız. Güçlü halk destekli tek parti iktidarının 20.yılında düne göre iyi sayılabilecek çok az şey var. Eski ceketi ters yüz edip giyme gibi, temel yapısal sorunlarımızı ters yüz edip, yönetilebilir krizler çıkarıp idare etmek imkansızlaştı. Artık can yakıcı tüm sorunlarımızla yüzleşerek çağa uygun akli, bilimsel çözümler üretmeliyiz.
Aksi takdirde hamasi söylemlerle bezenmiş, menkıbeci-hurafeci bir anlayışla, dünyada, bölgede, ülkede olan biteni geriden takip eden, dış güçlerin hedefi, sürekli endişe içinde olan, kendi sorunlarına gömülü ve fatalizm ölçeğinde ''kaderci'' bir toplum oluruz.
Orta yaş ve üstü olanlar 12-Eylül darbesi ve sonrasında hukuka aykırı baskıcı devlet uygulamalarını tümünü yaşadılar ya da gördüler. Tüm toplum kesimleri, hukuksuzluktan ve adaletsizlikten nasibini aldı. Adil olmayan yönetimin, bağımsız olamayan yargıyı da yanına aldığında hiç kimsenin hukuk güvenliğinin kalmadığı da son 10 yılda yaşanarak görüldü ve öğrenildi.
Bugün tüm kesimleri, cemaatleri, toplulukları, grupları arasında medeni bağlar, iletişime açık köprüler, geçişler kurup “demokratik, sivil, eşitlikçi bir toplumsal yaşam projesi'''' inşası zorunluluktur. Aksi halde bu otoriter düzenin yandaş olsun olmasın birey ve toplumun huzurunu temin ve idamesi çok zordur.
Demokratlık iddiası tüm kesimlerin temel hak ve özgürlüklerden eşitlikle ve derhal yararlanması, en ziyade müsaadeye mazhariyet kabilinden yandaş koruma, kollama olmaksızın, ülke kaynaklarının adil biçimde bölüşümü eksenli bir politik kabul ile katılımcılığı esas alan kapsayıcı bir dil geliştirmeliyiz. Dört yılda iflas etmiş mevcut sistemden vazgeçip, parlamenter demokratik rejimin kurulması için oluşan toplumsal talebi iyi değerlendirmeliyiz. Otokrat yönetimden halk da sıkıldı, ekonomik zorluklardan bunaldı, adaletsizlikten boğuldu.
Siyaset erki elde etme sanatı olduğu kadar kamu düzeni için bir sigortadır. Geçimsizlikten bunalan, adaletsizlikten boğulan topluma nefes olur, umut verir, yol açar.
Bunu sağlamanın yolu D.Bakır, İzmir, Samsun ya da herhangi bir başka ilden değil, yalnızca demokratik hukuk devletinden geçer. Herkes için sığınılacak en son ve en salim limanın burası olduğunu özümsediğimizde siyasetteki hukuk-sosyoloji çelişkisi de ortadan kalkar.