Siyaset üzerine birkaç söz
Siyaseti, ‘mümkün olanı yapma sanatı’ olarak tanımlayanlar vardır. Bu bağlamda ‘mümkün olmayanı iste’ sözü siyasi değildir. Hayal ile alış veriş yapanların siyasette başarılı olma şansları yoktur. Siyasetin halkın gerçekleri ve ihtiyaçları üzerine oturtulması halinde bir anlamı vardır. Bir erdem sanatı olan siyaset, almasını değil vermesini bilenlerin yapması gereken bir iştir. Daha öz bir deyişle siyaset “sahip olmak” için değil “olmak” için yapılır.
Ünlü Perikles, devlet yönetimiyle daha doğrusu siyasetle ilgilenmenin erdemlerinden söz eder. Siyasetle ilgilenmeyenleri “zararsız” ama “yararsız” yurttaşlar olarak niteler. Toplumsal sorunlar karşısındaki duyarlılık ve ilgi ile siyaset arasında ciddi bir ilişki vardır.
Dahası siyaset, Anibal’den bu yana ‘bir yol bulma ya da bir yol açma’ süreci olarak bilinir. Siyaset bir yol ya da rol kapma süreci değildir. Hele hele siyaset yolda kalma süreci hiç değildir.
Seçeneksizlik ya da tıkanıklık hem siyaseti hem de hizmet yapmayı kördüğüm haline getirir. Kördüğüm olan siyasetlerin önü Makedonyalı İskender’den bu yana hep kılıçla açılmıştır.
İnsanları baskı altında tutmak için ne yapılmalıdır?
Büyük İskender, filozof Aristo’ya bir mektup yazar ve şunu sorar:
Zapt ettiğim topraklardaki insanları baskı altında tutabilmek için aşağıdakilerden hangisini yapayım?
1. Onları sürgüne mi göndereyim?
2. Hapse mi atayım?
3. Kılıçtan mı geçireyim?
Filozof Aristo hepsine tek tek cevap verir:
1. Onları sürgüne gönderirsen, sürgünde toparlanıp sana isyan ederler.
2. Hapsedersen, hapishaneleri militan yuvasına çevirirler, denetiminden çıkarlar.
3. Kılıçtan geçirirsen, sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, krallık tahtını sallarlar.
Büyük İskender’in aklına gelen hiçbir yönteme onay vermeyen Aristo, kralın gücünü koruması için şu öneride bulunur: “İnsanların arasına nifak (ayrılık) tohumları ekeceksin ki, birbirleriyle mücadele etsinler, savaşsınlar. Savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden bütün yolları da tıkayacaksın”.
Aristo’nun önerdiği yöntem halk için değil ancak kral için yapılan siyasetlerde söz konusu olabilir. Böl-Birbirine Düşür-Yönet stratejisi uygulamak suretiyle nispi olarak kralın gücü artar ama halkın gücü azılır. Asıl önemli olanı halkla, toplumla bütünleşerek yönetmektir. Diğer yandan anlaştırmak, barıştırmak ve bir araya getirmek her zaman toplum için hem daha etiktir hem de daha yararlıdır.
Despot yönetimi uyarmak tehlikeli midir?
Toplumu yükseklerden, fil dişi kuleden ve iktidar tepelerinden izleyenler, kul köle kişilerin gülümseyişlerinden ve tehlikeli bekleyişlerinden başkasını bilmez. Zirvedekini, daha doğrusu iktidardaki insanı en çok yıpratan, kendisinin sürekli olarak onaylanmasıdır. Arzu ve isteklerinin aralıksız yerine gelmesidir. Tepedeki yöneticiler çoğu kez hep doğru, gerçek ve isabetli iş yaptıklarını duymak isterler. Onaylanmak, alkışlanmak ve takip edilmek iktidarına güven duymalarını sağlar.
Tepedekiler “hayır” sözünü hiç duymak istemezler. Despot yöneticiler bir haksız ya da yanlış uygulamalarından dolayı kendisini uyaran kişiye asla borçluluk duymazlar. Siyasette ya da kritik bir durumda despot yöneticiyi uyaran kişi belki onun hayatını kurtarır ama kendi hayatını tehlikeye atmış olur.
Despot yöneticinin hayatını kurtaran kişiye borçluluk duyacağını sananlar da yanılır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Tarihte kralın hayatını kurtaran çoğu kişi bunun bedeli olarak kendi kellelerini vermişlerdir.
Krallar, zayıf anlarında kendilerini görenleri hiç sevmezler. Diktatör mizaçlılar da, akıl danıştıkları kişinin bir kez olsun kendilerinden daha zeki olmasından hoşnut kalmazlar. Belki bundan olacak danışmanlar görüş bildirirken “sizin de ifade ettiğiniz” gibi diyerek söze başlarlar.