"Sivil Anayasa"da dil-din eğitimi
Taslağı gizli “sivil anayasa” üzerindeki tartışmalar sürüyor. Haberlere göre, egemenlik, Atatürk ilkeleri, vatandaşlık, laiklik, dil ve din eğitimi, cumhurbaşkanının yetkileri, YÖK, MGK gibi devletin kimliğiyle ilgili temel konularda düzenlemeler yapılmış.
Elbette tamamı açıklandığında, enine boyuna değerlendirilmesi gerekecek, ama şimdilik değiştirileceği söylenen, “Dil” ve “Din” eğitimi üzerinde duralım.
Anayasamızın 42/9. maddesi, “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dil eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır” şeklinde.
Taslakta şöyle deniliyormuş: “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Türkçeden başka dillerde eğitim ve öğretim yapılması ile ilgili esaslar, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kanunla düzenlenir.”
Bunun anlamı, devletin “çok dilli” olmasıdır. Zaten AB ve PKK’nın ilk şartı da buydu. Dil, kimliğin ayrılmaz parçası sayıldığına göre, ardından sıradaki etnik kimliklerin kabulü gelecek demektir. Neticede tek millete dayalı üniter/milli T.C. Devleti, Irak’taki gibi çok kimlikli/ortaklı devlete dönüştürülmüş olacak.
Söz konusu düzenleme ile aslında Anayasa’nın 3. maddesinin, “değiştirilmez, değiştirilmesi teklif edilemez” dediği, “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir...” temel esası da değiştirilmiş oluyor. Zira hem millet, hem dil parçalanıyor.
Bazı uzmanlar, Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerine dokunmanın, “direnme hakkı” doğuracağını söylüyor. Bu da, yapılmak istenen işin ne kadar vahim olduğunu gösteriyor.
Milletin birliğini temsil eden Devlet dili, 1876, 1921, 1924, 1961 anayasalarında da Türkçe’dir. Osmanlı’nın çöküş dönemindeki 1876 anayasasının 18. maddesinde dahi,”... hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır” deniliyordu.
Dil birliği hayati önemde olduğu içindir ki, tüm anayasalarda yer almış ve devletin temellerinden sayılmıştır.
Batı hukuku ne diyor?
Tasarının mimarı Özbudun, değişikliklerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurallarını dikkate aldıklarını söylüyor. Gerçekten böyle mi, bakalım:
AİHS’nin hiçbir maddesinde dil hürriyetinden bahsedilmediği gibi, dil hürriyeti teminat altına alınmamaktadır. 10. madde, azınlık dillerini himaye etmediği için bu dillerde yayın, eğitim ve öğretim yapılma mecburiyeti de öngörülmemektedir. Bu husus, Belçika’ya ait (15.7.1965 tarih-233/64 sayılı) ve (17.5.1985 tarih ve 10650/83 DR42 sayılı) karar ile Hollanda’ya ait (12.1.1985 tarih ve 111000/84 DR45 sayılı) kararda, “dil hürriyetinin sözleşmenin kapsamı dışında kaldığı, ayrıca sözleşmenin 10. maddesindeki düşünceyi açıklama hürriyetinin, dil hürriyetini içerir şekilde yorumlanamayacağı” şeklinde açıkça belirtilmiştir.
Yine Hollanda’da, Frisian dilinin idari ve siyasi amaçlarla kullanımının yasaklanması sebebiyle açılan davada, “AİHS’nin 9. ve 10. maddeleri, özel olarak ’dil hürriyetini’garanti etmez. Özellikle de idari konularda isteyenin istediği dili kullanma hürriyetini garanti altına almaz” denilerek, bir dilin “siyasi-kamusal-resmi” kullanımıyla, “özel-kültürel-günlük” kullanımları arasında açık bir ayırım yapılmıştır.
Kaldı ki Batı hukukundan verilen bu örnekler “resmi azınlıklar” içindir. Çoğunluk hukukuna mensup kişiler için, zaten böylesine sorunlar düşünülemez. Nitekim batıda, Fransa ve İsviçre başta, eğitim ve öğretim sadece devletin diliyle yapılmaktadır.
Görüldüğü gibi, “AB hukuku” nun dikkate alındığı iddiaları da doğru değil, aksine AB’ye aykırı düzenlemeler söz konusu.
Yapılmak istenen, sadece ve sadece, emperyalistlerle, PKK şartlarının anayasamıza sokulup, üniter/milli devletimizin “dönüştürülmesi” dir.
Okuyucularımın Ramazan ayını kutlar, Allah’tan hayırlı olmasını dilerim.