Sınır ötesi tezkere mi, ‘sinir ötesi’ açılım mı?
Eteklerindeki taşlar dökülünce memleketi götürmek istedikleri hazin sonu gizlemekte yetersiz kalanlar, büyük bir pişkinlik içinde ‘yeni arayışlara’ girdi.
Aslında ‘yeni’ bir şey yok. ‘Parçalanmış Türkiye’ ideali farklı söylemlerle tekrar işlenmeye başladı.
Bir dönem memleketi ‘Marksizm’ ile kurtarmaya soyunup sonra nedamet gösteren baldırı çıplak zat, ‘arabuluculuğa’ soyundu.
Lütfedip bu özverisini ‘karısından’ bile gizlediğini, nasıl da ‘hayatını riske attığını’ ballandıra ballandıra anlatıyor.
Maksat ‘barış’ olsun!
Ne olacak yani,’iki kadeh viski’ az içip, ‘Boğaz kıyısındaki restorana’ iki gün uğramasa ölmez ya?
Ölümlerin önüne geçmek, ezilenlerin, zulüm görenlerin derdine merhem olmak adına bu fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu anlatıyor arkadaş. .
Onlar ‘çözüme’ pek bir yatkındırlar. Onların eteğine dolanıp, üç beş afili laf öğrenen ‘yanaşma’ ve ‘yeşilimtırak’ yeni yetmeler de öyle.
Dertleri, tasaları ‘el kesesinden’ hovardalıktır.
- “Çözelim artık şu işi, yahu!”
***
Buyurun çözün de ‘öneriniz’ nedir peki?
Onların bir ‘önerileri’yoktur. Ellerine tutuşturulmuş Washington kaynaklı, İsrail dipnotlu, Alman patentli, İngiliz zarflı, Fransız şifreli ‘müzakere metinleri’ vardır.
Bir şekilde dahil edildikleri tezgâhta ‘hangi ifade biçimleri’ ile halkın ters köşeye yatırılacağı, ‘zehirin’ nasıl bal diye yutturulacağı onlara inceden inceye öğretilir.
Zaman ve mekân üstü bir ‘oynaklık’ yeteneğine sahiptirler.
Kimsenin aklına bir sokak başında yakalarına yapışıp da, “Siz bu işi çözmeyi bırakın da, 12 Eylül öncesinde ateşe attığınız binlerce fidanın hesabını verin hele” diye sormak gelmez.
Zaten o soruyu soracak olanlar ile onların bulunduğu ‘sokaklar’ asla kesişmez.
Çok ilginçtir hep ‘mutena semtlerde’ ikamet eder, ‘plazalarda’ çalışır, ‘yurdun cennet köşelerinde’ tatillerini geçirirler.
Fakat kullandıkları ‘malzeme’ öbür sokaktandır.
‘Yoksul’ kitleler, ‘ezilmiş’ halklar, ‘şiddete maruz kalmış’ farklı cinsel tercih sahipleri.
‘Kendi hayatlarına’ dair çok az ipucu bulursunuz yazılarında.
Bilirler ki bir ötmeye başlasalar perde inecek, ‘oyun’ bitecektir.
***
Ekranın ortasına gömülen ‘plastik’ gülüşleri yahut ‘sahtekârca’ asabiyet hallerini dikkatle izleyin, biri ‘diğerinin kopyası’ gibidir.
‘Ortak bir dil’ oluştururlar, ‘kenar mahalleye’ ulaşmak için koltuk altlarına aldıkları ‘yeşilimtırak yamakları’ kullanırlar.
Onlar da kendilerini “adam olduk” havalarına sokup, nasıl da ‘demokrat’, ‘entelektüel’ bir dünyanın kıyısında gezindikleri hissiyle avunurlar.
Halbuki, ‘her tezgâhın kontenjanı’ ve ‘kimlerin hangi dönemde nerelerde iş tutacağı’ ta başından beri bilinir. Kalanlar figürasyondur.
İşte bu güruhun belki de ‘yüzüncü’ kez gündeme taşımaya çalıştığı ve AKP’nin de büyük umut bağladığı ‘yeni bir açılımın’ ayak sesleri duyulmaya başladı.
İşi ‘anayasa değişikliğinde’ pişirecekler.
Sınır ötesi operasyon için tezkerenin süresini uzatmalar falan, sadece ‘göz boyamaya’ matuf çıkışlar.
Bunların yapacağı ‘sınır ötesi’ operasyon olmaz, olsa olsa ‘sınırı’ aşmak, ‘üniter devletin kapısına kilit vurmak’ olur.
***
Her dönemde ‘yıldız’ kalabilmeyi başaran ‘dönme’, ‘devşirme’, ‘etnik arıza’ kalemşörler,’ülkenin yarınlarını biçimlendirme’ adına eskisinden daha güçlü bir şekilde işe koyuldular.
Son hamle, hükümetinin başını ‘oyuna iyice razı edebilmek’ adına atılıyor.
İşte ‘müzakere’ ile ‘müdahale’ arasında yalpalayıp duran hükümetin başına bir fırsat.
Bakalım bu kez bir dirayet gösterip, ‘kimden yana’ olduğunu millete ispatlayabilecek mi?