Şiirlerinde kendine özgü bir deyiş güzelliği sezilen Âşık Hüdaî
Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Küçük yaşta saz çalmayı öğrenen ve âşıklık hamuru büyüdüğü yörede yoğrulan Âşık Hüdaî’nin yaşamının önemli bir bölümünü geçirdiği âşıklar otağı Çukurova’da, âşıklık töresi içinde kemale ermiştir.
Asıl adı Sabri Orak olan Âşık Hüdaî, 1940’ta Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinin Yoğunoluk köyünde doğmuştur. Bektaşi bir aileden gelen Sabri Orak (Hüdaî), 11 yaşında iken babasının vefatı üzerine aile efradıyla birlikte köyü terk ederek Adana’nın Kadirli ilçesine yerleşmiştir.
12 yaşından itibaren doğaçlama şiir söylemeye başlayan Hüdâi, çalışmak zorunda olduğundan okula gidemediği için okuma yazmayı öğrenememiş, ancak askerde Ali okulunda okuma yazma öğrenebilmiştir. Küçük yaşta yetim kalışını dizelerine de yansıtıp:
Bir çocuk küçükten yetim kalırsa
Yaralar yaralar yaralar beni
biçiminde dile döküp, çileli yaşamını:
Dertleşek diyorsun dertli kardeşim
Bu benim derdimi dil tarif etmez
Ben doğdum doğalı akar gözyaşım
Bunu ırmak nehir sel tarif etmez
biçimideki deyişlerinde sık sık dile getiren Hüdaî, Kadirli’de Âşık Hüseyin, Âşık Halil Karabulut ve Âşık Feymanî ile yakın dostluk kurup onlarla sık sık âşık gecelerine katılıp bilgi, görgü ve sanatını geliştirmeye çalışmıştır.
Bu etkinliklerin birinde okuma yazması olmadığından deyişlerini doğaçlama söylediğinden kendisine “Hak vergisi”, “Allah’a mensup” anlamlarına gelen Hüdaî mahlası verilmiş ve âşıklık geleneği gereği şiirlerini engin bir dünya görüşü içinde Hüdaî mahlası ile söylemiş, yıllarca sadece sazı ve sözü ile geçimini sağlamıştır.
Âşığın dünyası sazıdır, her vesile ile anmadan duramaz sazını. Âşık Veysel,
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı âşikâr etme”
diyerek sazı kendine sırdaş etmiştir. Âşık Hüdaî de, saz konusunda aynı yoldan gitmiş:
Sazımın her perdesinde
Tele yaslandım ağladım
diyerek, sazıyla sırdaş olduğunu vurgulayıp:
Hüdaî’yim sazım telim konuşur
Bağlasalar gönlüm dilim konuşur
**
Gönlüme teselli sazımdır benim
Ben bu sazımdaki tele âşığım
dizeleriyle saza olağanüstü değer verdiğini sergilemiştir.
Âşık Hüdâi, sazı ve sözüyle âşıklık geleneğinin âdap ve erkânına sahip bir âşıktır. Ülkenin siyaseten sıkıntılı döneminde yaşamasına karşın, sanatına siyaseti bulaştırmamıştır.
Toplumsal konulardan uzak duran ve önemli bir gönül eri olan, deyişlerini doğa, sevgi, aşk, insani değerler ve tasavvuf konuları üzerine yoğunlaştıran, şiirlerinde iç dünyasını yansıtan Hüdaî’nin belirgin bir ustası yoktur. Usta çırak geleneği içinde yetişmemiştir. Ama badeli âşık olduğunu bir şiirinde:
Hüdaî’yim Hüda’mız var
Pir elinden bademiz var
Muhabbetten gıdamız var
Ölüm ölür biz ölmeyiz
deyişinde görüldüğü gibi “Pir elinden bademiz var” diyerek badeli âşıklardan olduğunu vurgulamıştır.
Pınarı var ormanı var gölü var
Çiğdemi var çiçeği var gülü var
biçiminde deyişlerinde Karacaoğlan’da doğa teminin işlenişi sezilirken, aşkı tüm güzelliklerin özü gibi görüp:
Hüdaî’yim yanar özüm
Yar seni görmezse gözüm
Yürümeye tutmaz dizim
Çürüdüm güzel çürüdüm
biçimindeki söylemleriyle de Çukurova’nın aşk bülbülü Karacaoğlan edası sezilir.
Bir kitabına “Sevginin Ozanı” adı verilen Âşık Hüdaî:
Seni düşünmemek elimde değil
Gönül sevdiğini arıyor Zeynep
Benim aşkım sade dilimde değil
Vallahi yüreğim kanıyor Zeynep
diye Karacaoğlan benzeri bir söylemle Karacaoğlan çizgisinin devamı gibi görünüp sevdiği güzelleri ifşa etmiştir.
Arı, duru ve sade bir dille sağlam bir uyak tekniği içinde kusursuz deyişlerin âşığı Hüdaî, “Evrende görülen hissedilen tüm güzelliklere âşığım” diyerek Karacaoğlan’dan ayrı felsefi bir çizgide kendi sanatının inceliklerini hissettirip:
İrfan sofrasının altın tasıyız
Muhabbet suyunun şelalesiyiz
Hüdaî Yunus’un sülalesiyiz
Tasavvuf ilmini biz tamam ettik
diyerek mutasavvufi bir kimlik sergilemiş,
Bu aşkın sırrına ereyim dersen
Önce bir ermişe sor da öyle gel
Hakk’ın cemalini göreyim dersen
Evvela sen seni gör de öyle gel
biçimindeki deyişleriyle de Alevi-Bektaşi kültürü ile yoğrulduğunu hissettirmiştir.
Hüdaî deyince:
Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun ne gülü incit
biçimindeki öğüt ağırlıklı, mantık süzgecinde ve imbikten geçmiş gibi kendine özgü bir incelik ve deyiş güzelliğine ulaşmış şiirler akla gelir.
Bektaşîlik yolunda Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinsen de incitme’ düsturuna uygun deyişler söyleyen Hüdaî, içindeki kötülükleri yenip nefis terbiyesini öğütler. Bir şiirinde:
Diyarı gurbeti ben adım adım
Gezdim amma kardaş gel de bana sor
diyerek gezgin bir âşık olduğunu vurgulayan Hüdaî, Turhal’a kadar gidip Âşık Semaî ile dostluk kurup fasıllar yapmışlar, Alevi-Bektaşi âşıkların pek çağrılmadığı Konya âşıklar Bayramına birlikte katılarak atışma dalında ödüller almışlardır. Konya’da yaptığı bir atışmada:
Anlamadın âşık sen bu halimden
Şu yüce dağların dumanıyım ben
âşıklar geldi geçti elimden
sohbetin dümeniyim ben
diyen Hüdaî, Selmaî, Semaî, Hüseyin Çırakman ve Davut Sularî gibi Bektaşi Âşıkları arasında âşıklık geleneklerini en iyi uygulayanlardan ve atışmanın önemli ustalarından biri olarak anılanlar arasına girmiştir.
Konya Âşıklar Bayramı’na üç yıl katılan Âşık Hüdâi, 1968 yılında şiir dalında birinci olarak Fuzuli ödülünü almış, 1969 yılında da atışma ve şiir dallarında ikinci olarak Dadaloğlu ve Yunus Emre ödüllerini kazanmıştır. 1970 yılında ise şiir dalında Karacaoğlan, atışma dalında da Müdâmî ödülünü almıştır.
Şiilerinde insanın varoluş nedenini sorgulatan, deyişlerinde derinliklerin âşığı olduğunu fark ettiren, Anadolu coğrafyasının kırsal gerçeğinde yoksulluklarla yoğrulmuş Hüdaî:
Erenler zehir getirin, balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın, gül ilen öldürmen beni
Yar diyerek yana yana, can teslim ettim canana
En yakınım kıysın bana, el ilen öldürmen beni
diyerek yaşam panoramasını çizip, sosyal durumunu:
Hiçlik aleminde mestim, varlık sevdasını kestim
Yokluk benim eski dostum, malınan öldürmen beni
biçiminde sergileyen ve 23 Kasım 2001’de vefat eden Hüdaî, yokluk ve sefalet içinde bir yaşam sürmüştür. Bugün, onun özgün deyişlerini söyleyenler, üzerinden büyük paralar kazanmaktadır. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.