“Sıfır sorun”dan artık kurtulmalıyız!
Davutoğlu’nun Ermenistan’a gidişi “sıfır sorun” politikasını yeniden gündeme getiriyor ve Türkiye’nin içinde bulunduğu çok güç durumu çağrıştırıyor.
Her zaman ki gibi, Orta Doğu’daki beklenmedik gelişmeler, Türkiye’yi “dondurmuş” bulunuyor.
Ankara olayları ve gelişmeleri “seyreder” durumdan kurtulmaya çabalıyor.
Özellikle, Orta Doğu’da ülkelerin ne tek başına ‘oynama’ ne de ‘olayların dışında kalma’ lüksü kesinlikle bulunmuyor.
Zaten, bölgenin hayli kaygan zemininde “sağlam” durmak gittikçe güçleşiyor.
Orta Doğu’nun sürekli değiştiği kuşku götürmüyor.
Ne var ki, Türkiye’nin politikalarını değiştirmediği de eleştirilirken; “sıfır sorun” ilkelerinden günümüze kadar bölgede 3-4 defa politika değişikliği kendini gösteriyor.
Aslında, yanlışlıkların düzeltilmesi güç dengelerinin bozulması ülke menfaatlerinin çatışması sürekli politika değişikliğine neden olabiliyor.
Fakat nedense, Türkiye “sıkışık” pozisyondan bir türlü kurtulamıyor.
Sadece, Irak Merkezi Hükümeti’ne yönelik yaklaşım, Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlığı gideremiyor.
Gerçekten de; ABD’nin dayatmasıyla, Türkiye Barzani’den Bağdat kontrollü petrol getirmeyi kabul etmesiyle, yeni ve çok çapraşık dönem açılıyor.
Ne var ki, anlaşma görüntüsüne rağmen hâlâ pürüzlerin varlığından bahsediliyor.
Irak’ın Kuzeyi’ndeki petrolün, beraberinde sorunlar getirerek gündemden pek düşmeyeceği anlaşılıyor.
Çarpıcı gelişmelere nereden bakılırsa bakılsın; ABD’nin bütün Irak özellikle Kuzey bölgesindeki petrol çıkışını, satışını ve taşınışını güvenlik altına almanın fotoğrafı “göz kırpıyor.”
Aslında, ABD’nin bu kesin ve katı politikasını, bütün Orta Doğu petrolleri üzerinde uyguladığı biliniyor.
Zaten, ünlü ve “meşum” Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi’nin temelinde bu “emperyal” fikir ve karar yatıyor.
Bu yüzden de, Irak’ın Kuzeyi’ndeki petrolün “bir baş belası” olma rolü unutulmuyor.
Sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.
Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler görülüyor.
Özellikle öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.
Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de, (Irak’ın Kuzeyi’ndeki petrolünde görüldüğü gibi) Türkiye’nin olduğu ortaya çıkıyor.
Böylesine bir atmosfer içinde, ABD’nin kesin denetimi altında Irak’ın Kuzeyi’ndeki yönetim ile petrol işine girmek, beraberinde daima “pürüz” ve “süper baskı” getiriyor.
Gerçi, Suriye’de sınır güvenliği daha sıkı denetlenirken, el-Kaide tarzı örgütlere yönelik engelleyici adımlar atıldığı sanılıyor.
Bu arada; Irak’ta Kürt petrolünün Türkiye üzerinden aktarılması için Bağdat’ın da görüş ve onayı gerektiğinin geç de olsa farkına varılıyor.
Hatta petrol devreye girince, Ankara “katı” Irak politikasını yeniden gözden geçirmek mecburiyetinde kalıyor.
Meslektaşımız Mete Çubukçu’nun, bazı görüşlerine katılmamak ve sütunlarımıza aktarmamak elden gelmiyor:
“Gizli anlaşma, belli medya organlarında ‘Petrol akacak’ gibi iştah kabartıcı başlıklarla verilirken, birçok pürüz çıkabileceği, Türkiye’nin Irak politikasında değişikliğe gideceği, Bağdat yönetimi ile atılan köprülerin yeniden kurulması gerektiğine dair fazla bir yoruma rastlanmıyordu. Zaten kısa süre içinde de merkezi hükümeti dışlayarak bu işin tek başına yapılamayacağı ortaya çıktı.
Petrol, geçen sene karşılıklı olarak hakarete varan retorikleri unutturdu ve petrolün birçok şeye kadir olduğu ortaya çıktı.
Ankara’nın “Politikamızı değiştirmiyoruz” savunması da bu açıdan anlamlı değil. Bilakis Türkiye politikasını zorunlu olarak değiştiriyor ki bu olumlu bir adım. Bunun için komplekse de gerek yok. Tek başına hareket etme macerasından daha dengeli bir politikaya dönmenin de tam zamanı artık.”
Nereden bakılırsa bakılsın ve Davutoğlu’nun Ermenistan ziyareti, dış politikası “donmuş” bir Türkiye’nin artık arayışlar içerisinde olduğunu gösteriyor.