Sevr'in amacı Türkiye'yi parçalamaktı

Sevr'in amacı Türkiye'yi parçalamaktı

Sevr'e göre Osmanlı parçalanıyor, Türk milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu.

Sevr'i Bilmek Lozan'ı Anlamak (1)

***

Sayın okuyucularımız;

Lozan'ı ve Atatürk'ü anlayabilmek için Sevr'i iyi bilmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle, Sevr ve Lozan'ı anlatan 'Sevr'i bilmek Lozan'ı anlamak' başlığı altında bir dizi yazı başlatıyoruz.

1914'te Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti bunun neticesinde son derce ağır şartları haiz olan Mondros Ateşkes Antlaşması'nı 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma Osmanlı Devletine fiilen son vermekteydi. Antlaşmanın hemen ardından İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başladı.

Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti delegesi olmaksızın 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında (İtalya'nın San Remo kentinde) belirlenerek İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Devleti'ne kabulü için ültimatom olarak verilir.

*

Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verilmişti.

Sevr Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.

Sultan Vahidettin'in başkanlığında toplanan Şüra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek Antlaşma'nın onanmasına karar vermiştir. Tevfik Paşa'nın, Türk topraklarını parçalayan, milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damat Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920'de imzaladılar.

Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk Milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu.

Rumeli sınırımız aşağıda, yukarı İstanbul vilayetinin sınır olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu (İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiyetine de giremeyecekti.

Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. (Devam edecek)

16 NİSAN PAZAR

Sevr'i Bilmek Lozan'ı Anlamak (2)

Lozan Cumhuriyetin kuruluş belgesidir

***

Sevr'in imzalanması Anadolu'daki millî mücadele azmini kuvvetlendirmişti.

Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devletini İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.

Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması, Anadolu'daki millî mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur.

Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat'ta bulunanların vatan hiyanetiyle itham olunarak vatansız sayılmaları kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan etti.

Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu.

*

Kurtuluş Savaşı'nda kazanılan zafer sonrası Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmıştır.

*

Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan'da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk istiklal ve hakimiyetinin tanınması bakımından da önem arz eder.

*

Lozan Barış Antlaşması, Türk Kurtuluş Savaşı'nın sağladığı, Türk milletinin hayati haklarını ve emellerini gerçekleştirdiği bir eserdir. Lozan aynı zamanda, Orta Doğu'nun en önemli bölgesinde, barış ve güvenliği kurmak ve devam ettirmekle dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye Lozan'da genel olarak, Misak-ı Millî'yi gerçekleştirmiştir.

*

Türk kamuoyu, on üç yıldan bu yana yapmış olduğu savaşlardan sonra gerçekleşen Lozan Barış Antlaşması'nı büyük bir sevinç ile karşılamış, Lozan Barış Antlaşması'nın imzalandığı 24 Temmuz 1923'ün o yılki Kurban Bayramı ile aynı tarihe denk gelmesi nedeniyle, Türk basınının ifadesiyle "bayram içerisinde bayram yaşamıştır." Bu nedenle, Edirne'den Kars'a kadar Anadolu'nun her tarafında halkın geniş katılımıyla gerçekleşen gündüz ve gece kutlamaları düzenlenmiştir. Halkın bu kutlamalarına yer yer resmî makamlardan önemli kişiler katılmış, Lozan Barış Antlaşması ve bundan sora yapılacak olan işler hakkındaki görüşlerini kutlamalara katılanlarla paylaşmışlardır.

*

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgesidir. Ayrıca, Türklerin imha planı olarak bilinen Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan, Türklerin Anadolu'da imha edilemeyeceğini dünya kamuoyuna kabul ettiren ve Anadolu'nun tapusunun Türk milletine ait olduğunu "zorla" kabul ettiren siyasî belgedir.  (Devam edecek)

****

18 NİSAN SALI

Sevr'i Bilmek Lozan'ı Anlamak (3)

Paylaşılacak pasta şimdi daha büyüktü

***

Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu.

Bu belge ile kurulmuş olan "siyasî ve ekonomik açıdan tam bağımsız Türkiye'nin", siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan dayanak noktaları, felsefesi ve ruhu vardır. Bu dayanak noktalarının, felsefenin ve "Lozan ruhunun" korunması için, herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Lozan Barış Antlaşması'nın ne kadar önemli, büyük başarı olduğu ve aslında ne demek olduğu, "Şark meselesi" bağlamındaki politikaların Avrupa Birliği ülkeleri tarafından Türklere karşı yeniden takip edilmeye ve Türk milletinin yeniden itilip-kakılmaya başlandığı bu günlerde daha iyi yorumlanmalı ve anlaşılmalıdır.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Türk Hukuk Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülnihal Bozkurt  tarafından 08-12 Aralık 2003 tarihlerinde Ankara'da gerçekleştirilen Beşinci Uluslararası Atatürk Kongresi'nde sunulan bildiriyi; Sevr'i, Lozan'ı ve Atatürk'ü anlayabilmek için okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz:

Osmanlı Devleti 1914'te girdiği I. Dünya Savaşı'ndan son derece ağır şartları içeren 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayarak çıktı. Osmanlı Devleti'ne fiilen son veren bu Antlaşmanın ardından hemen İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başladı. Lord Curzon 18 Kasım'da Avam Kamarası'nda yaptığı konuşmada, "Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını" söylüyordu. Ermeniler de kurdukları alaylarla Mondros Ateşkes Antlaşması'yla onlara bırakılması düşünülen altı vilayeti ele geçirmek üzere Doğu Anadolu'da baskı ve zulme başladılar. Bu kara günleri Paris Barış Konferansı'nda verilen onaya uygun olarak, Yunan Ordusunun 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkması ve Ege'ye yayılması takip etti.

Paris Barış görüşmelerinde Şubat başında kurulan "Yunan ve Arnavutluk Meseleleri Komitesi"nde Yunan heyetinin üyesi ve Dörtler Konseyi'nin danışmanı olarak yer alan Harold Nicolson şunları yazmaktadır:

24 Mart: "Aşağı indim ve Amerikan delegesi Mezes'le görüştüm. Küçük Asya konusunda anlaşıyoruz. Ayvalık'tan Selçuk'un kuzeyine kadar bir daire. Bu da bir şeydir".

28 Mart: "Amerikalı delege Arnold Toynbee ile Türkiye'nin geleceğini konuştuk. Bir Ermeni Devleti için sınırları belirliyoruz."

13 Mayıs: "Büyük haritamı yemek masasının üzerine yaymamla birlikte herkes başıma toplandı. Ben İtalyanlara Antalya'yı ve Fransa'dan kalan bölgeleri önerdim. Paylaşılacak pasta şimdi daha büyük gözüküyordu. İtalyanlar Ereğli'deki kömür madenlerini de istediler. Bu konuda bilgili olan bir İngiliz delegesi, "ama oradaki kömür çürük, pek işinize yaramaz" dedi. Sonlara doğru, Milletler Cemiyeti'nin Anayasası'nın "Mandalar" bölümünü açtık. Maddede, "ilgili halkın istek ve rızası ibaresi" vardı. Çok eğlenceli bulundu bu ibare. Nasıl da güldüler."

Bir yabancı yazarın deyimiyle, "Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu".

Mart 1919'da Damat Ferit Paşa Sadrazamlığa getirilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Richard Webb, Damat Ferit Paşa'nın Sadarete gelince kendisini ziyaret ederek, "kendisinin ve Padişah Efendisinin ümitlerinin Allah'tan sonra İngiltere'de toplandığını ve bu mesajın İngiliz Hükümetine iletilmesini istediğini" yazmıştır.

17 Haziran 1919'da bir Türk heyetinin görüşmelere katılmasına izin verildiğinde, henüz bir barış taslağı hazırlanmamıştı. (Devam edecek)

 

 

****

 

19 NİSAN ÇARŞAMBA

Sevr'i Bilmek Lozan'ı Anlamak (4)

 

Tarih bir milletin varlığını inkâr edemez

+++++++++++++++++++++++++

 

Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez.

 

Heyet başkanı Damat Ferit Paşa, "Tüm kabahatin İttihat ve Terakki Partisinde olduğunu belirterek, Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünün korunmasını" isterken, "Ermeni sınırı, Mısır, Kıbrıs meselelerini görüşmeye hazır olduğunu" içeren bir metni Konsey'e sundu. Bu metin için Wilson, "ömrümde bundan daha aptalca bir şey duymadım" derken, L. George "iyi espri" ifadesini kullanarak, "Türklerin siyasî kabiliyetsizliğinin en iyi kanıtı" yorumunu yapıyordu.

Bu arada Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkmış, halkı örgütlemeye başlamıştı bile. Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi'ni açış konuşmasında "Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binaenaleyh böyle bir nikab-ı bâtılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur. Memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek aşikardır ki millî hareketi yanda bırakmak, millî emelleri felce uğratmak ve vatanı işgal gayelerine ulaşmaktır. Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman olduğu gibi, bizde de kalbi, asabı zayıf, gayrimüdrik insanlarla beraber, refah ve şahsî menfaatlerini vatan ve milletin zararında arayanlar vardır. .zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddes gayesi için çırpınan tüm millet azimle bunları mutlaka süpürecektir" derken, L. George, 18 Ağustos 1919'da Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuşmada, "İngiltere'nin Türkiye ile olan barış kadar yakından ilgisi olan başka hiçbir konu yoktur. İmparatorluğun geleceği, Türkiye konusunda varılacak çözüme bağlıdır" diyordu.

19 Eylül'de Mustafa Kemal Paşa, Paris'teki Yüksek Konsey'e, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, işgalleri protesto etti.

Osmanlı Hükümeti ve İtilâf Devletleri tarafından "başarısızlığa mahkûm bir isyancı" olarak görülen Mustafa Kemal ve başında bulunduğu Anadolu Hareketi, giderek İstanbul Hükümetinin denetimi elinde tutamadığını İtilâf Devletlerine gösterdi. Damat Ferit Paşa 30 Eylül'de istifa etti. İtilaf Devletleri bu istifayı şöyle yorumladılar: "Ferit son ana kadar bir kuvvet eşliğinde kendisi gitmek ya da bir kuvvet göndermekte çok ısrar etti. Biz mani olduk. Sonuçta seçilmiş hükümet yerine, eylemlerini kontrol edemediğimiz Mustafa Kemal'e yardım ettik. Ama haklıydık. Çünkü Mustafa Kemal üzerine kuvvet yollasaydık, büyük bir olasılıkla o kuvvet Mustafa Kemal'in tarafına geçerdi". İngilizler olumsuz havayı hissetmeye başlamışlardı. İstanbul'dan giden bir İngiliz raporunda şunlar yazılıdır:

"Müttefiklerin uygun bulduğu herhangi bir barış antlaşmasını, herhangi bir Türk hükümetinin kabul etmek zorunda olduğunu ummak için vakit geçmiştir. Türkiye'yi harap edenlerin Türkiye'nin idam fermanına da imza atmalarını sağlamak. için de geç kalınmıştır. Mütarekenin üzerinden geçen her gün, Türklerin mütareke koşullarıyla yaşadıkları felâket duygusundan silkinmelerine yaramaktadır". Londra artık endişelidir. (Devam edecek)

 

****

 

20 NİSAN PERŞEMBE

 

Sevr'i Bilmek Lozan'ı Anlamak (5)

 

İstanbul'da kukla hükümet bulunuyordu

++++++++++++++++++++++++++++

 

Türklerin kendilerine verilen ilacı yutmaları tavsiye ediliyordu.

 

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı, Anadolu'daki Kongreler ve Kuva-yi Milliye'nin hızla örgütlenip genişlemesi karşısında, Curzon'un Fransız Dışişleri Bakanı Pichon'a 10 Kasım 1919'da söylediği, "Önümüzdeki ilkbahara kadar, karşımızda müttefiklerin empoze etmek isteyeceği türden bir anlaşmayı kabul edecek kimsenin kalmaması büyük bir olasılıktır; hatta o zamana kadar elinde ciddi anlamda kuvvet bulunduran birkaç taraftan biri haline gelecek olan mağlup Türklerin Müttefiklere savaş ilan ederek kendi koşullarını dayatmaları bile beklenebilir. Eğer durum böyle olursa Anadolu'yu nasıl fethedeceğimizi ya da bunu kimin yapacağını bilmiyorum. Düşmanlarımız arasında en zayıf ve perişan durumda olanın zaferi kazanması gibi bir kepazelikle karşılaşabiliriz" sözleri, Anadolu hareketinin geleceğini adeta gördüğünü göstermektedir.

Ancak İngiltere'nin Hasta Adam'ın mirasından vazgeçemeyeceği parçalar vardır: Irak petrolleri. Bu yüzden bölgedeki Kürtlerin İngiltere bakımından önemi çok büyüktür. Akdeniz'deki İngiliz Donanma Komutanı Amiral Sir F de Robeck, Lord Curzon'a 9 Aralık'ta yolladığı yazıda: "İngiliz kuvvetleri, Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır" diyordu. Bu cümleler Sevr'de yer alan özerk bir Kürdistan'ı da açıklamaktadır.

12 Şubat 1920'de Londra Konferansı (10 Mart 1920) toplandı. Artık Mustafa Kemal'in gücü anlaşılmıştı. Fransızlar İstanbul'un Türklere bırakılmasını savununca, L. George, "bu belayı ve potansiyel dert kaynağını Avrupa'dan atabilmek için büyük bir fırsatı şu anda gerçekten de kaçırıyor olabiliriz" dedi. Lord Curzon ise, "Türklerin kendilerine verilen ilacı yutmalarını tavsiye etmesini" Amiral Webb'e bildiriyordu. San Remo Konferansında ise (18-26 Nisan 1920) Paris ve Londra Konferanslarının belirlediği ilkelere dayanan bir taslak hazırlandı: "İngiltere, Irak ve Filistin'de, Fransa Suriye'de mandater devlet oluyorlardı. Güney ve Güneydoğu Anadolu'da İç Anadolu'ya kadar uzanan İtalyan ve Fransız nüfuz bölgeleri oluşacaktı. İngiltere'nin koruyuculuğu altında bir Kürdistan Devleti kurulacak, Doğu Anadolu Ermenilere verilecek, Yunanistan İzmir, Batı Trakya ve Doğu Trakya'nın büyük bölümünü alacak, Boğazlar uluslararası bir komisyona bırakılacaktı".

Bu tasarı 11 Mayıs 1920'de Paris'te Osmanlı heyetine verildi. Bir ay içinde cevap beklendiği belirtildi. Churchill, şunları yazmıştır:

"Türk, kötü yönetim yüzünden, bitmez tükenmez felaketler ve harplerle çökmüş, çevresinde imparatorluğu paramparça olmuştu. Fakat o hâlâ canlı idi. Göğsünde, dünyaya meydan okumuş ve yüzyıllar boyunca bütün istilacılara karşı başarı ile mücadele etmiş bir ırkın kalbi çarpıyordu. Dünyaya düzen verecek adamlar Paris'in duvarları kumaş kaplı, yaldızlı salonlarında toplanmışlardı. İstanbul'da müttefik filolarının topları altında çalışan bir kukla hükümet bulunuyordu. Lâkin Türk'ün anayurdu Anadolu'nun sarp tepeleri üzerinde bir avuç insan kaderlerinin bu şekilde tayin edilmesini kabul etmiyorlardı". (Devam edecek)