Sessiz Süvâri’den...

Selâm ile! Pür-dikkat sefer emri bekleyen Kuva-y-ı Seyyâreleri, tahrîkle âsîleştirenlere!...
Biz’in ben’lerden oluştuğunu, karakterli ben’lerin biz’in içine sızmış karaktersiz kim’leri her zaman hizâya soktuğunu unutturanlara, unutanlara!...
Anladıklarıma, anlattıklarıma; dinlediklerime, dinlettiklerime selâm ile!...
Ülküdaşıma, yoldaşıma; hasmıma, hısmıma, dostuma; kızdığıma, kızdırdığıma; Yüce Dileğe doğru tek başıma at sürüyorken, aralarına girip girmemekte kendimle uğraş verdiğim saftakilere selâm ile!...
Sözün tamamının kime söylendiği mâlum! Söz ortanın! Sözden nasîbim kadarı bende ama benim sözüm de ortaya!... Ve tam gününde, tam sırasında, tam Kuva-y-ı Seyyârece bir sahne:
“...............
- Okçulaaaar!
- .....?
- Hazııııır!
- ......!
- Okla!....
Ok vınıltıları, yay tınlamaları! Vurulan düşman feryâdı, vuranın isâbet nârası... Bir, on, yüz, bin, on binlerce ses!... Sonra anlarca-ömürlerce sessizlik! Ve sonra biraz daha sessizlik!...
Sessizlikten sonra, sessizce sessizliğe çeki-düzen!
Bir ayaklar üzengide, bir eller dizginde, kulaklar yeni buyrukta...
Ve göğü patlatan, beklenen ses:
- Süvarileeer!
Sese dönen binlerce sessiz-dikkatli kartal bakış:
- ....?
- At biiiin!
- ....
Haşırtılar-hoşurtular, at homurtuları, yeri eşen toynaklar, bu gürültülerle yarışan yürek gümbürtüleri... Sessizliği duaya dönüştüren gönül zikirlerinin sessiz nârâları...
Ve yine semâyı patlatan buyruk:
- Hücuuuum!
Yerde deprem, gökte bulutlara kafa tutan toz; rüzgârla yarışan hız, Allah için atan nabız... Ve tek başına çıktığı seferde, ne zaman safa girdiğini fark edemeyen tek savaşçının bir kişilik ordu gayretiyle, ölümü öldürmeğe hücûmu! ...” (Mustafa Aslan-Sessiz Süvâri’den)

***

Falan şöyle söylemiş! Filan da söyleyene şöyle demişmiş! ...mış, ...miş, ...muş, ...müş! Ne duyana, ne de arkadan konuşulanı yerine yetiştirdiğini zanneden laf taşıyıcısına hiç bir hayrı olmayan ...mışlı, ...mişli rivâyetler üzerine; bir türlü bitirmek için başına oturamadığım romanımdan bir sahneyi anlatarak halimi ifâdeyi denemiştim!
Aklıma Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in; “Türk Milletine Bizans’tan geçen bir hastalık vardır; gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne-fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rast gele laf söylemek! Bu hastalık sizde de var! Bu hastalığı tedâvi etmeniz lâzımdır. Tedâvi etmezseniz kendinize yol seçiniz! Milliyetçi Harekette bir saniye daha kalmayınız! Benimle Dâvâ Arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbûrsunuz!” uyarı öğüdü gelince kendimi gereksiz yorduğumu anladım ve ilgililere bu Bilge Öğüdü’nü hatırlatayım istedim! Sefer başlamışken hiçbir ülkücünün, hiçbir dedikoducuya ayırarak isrâf edeceği zamanı olmamalı! Şahsen benim yok vesselâm!...
Tanrı Türk’ü korusun. Türk Türk’ü korusun.
Selâm, sevgi, dua...

Yazarın Diğer Yazıları