Ses
Adam sanki kürsüye çıkmadan önce boğazını cilalamış. Almış eline cilayı; bir sağdan vurmuş boğazına, bir soldan vurmuş; şöyle bir öksürmüş; beğenmemiş sesini. Tekrar cilayı parmaklamış. Bu defa bir yukarıdan aşağıya, bir de aşağıdan yukarıya boğazını perdahlamış. Yine öksürmüş, olmamış. “Bu işi olsa olsa cila yerini tutacak bir merhem halleder” demiş. O dükkân senin bu dükkân benim; sesi cilalayacak merhem aramış durmuş. Sonunda “senin boğazının ilacı budur” demişler; eline bir merhem tutuşturmuşlar. Adam ağzını mağara gibi açmış; merhemi parmakladığı gibi gırtlağına basmış. Bir daha öksürmüş; “hah” demiş, “şimdi oldu.” Aynanın karşısında yüksek perdeden konuşmuş da konuşmuş...
Aman bu sese bir şey olmasın! Sarıp sarmalamış boğazını adam; paltosunun yakasını kaldırmış; koruyucularının arasında yere bir basmış ki yer titriyor. Omuzlarını öne verip yürümüş. Kürsüye yaklaşınca deve gibi kaldırmış başını; bir sağa bakmış, bir sola bakmış; önünü ardını bir güzel süzmüş. Basamakları çıktığında tekrar öyle bir heybetle kaldırmış ki başını, heybetinden kürsü çökeyazmış. Son bir defa bakmış kalabalığa ve konuşmaya başlamış.
Aman Allahım, böyle bir ses cihana gelmiş değil! Alçalıyor, yükseliyor; perdeleri sağa sola doğru uzanıyor; tekrar büzülüyor; sonra birden gerilip öyle bir patlıyor ki sanki karşı sahillerden Yunan topu patlamış; dinleyenler şöyle bir yerinden hopluyor.
Göz gülümsemeleriyle ses yeniden ayarlanıyor. Bu defa sabâ makamından giriyor; hüseynide cart yeşil oluyor. Öyle parlak bir yeşil ki yakından dinleyenlerin de uzaktan dinleyenlerin de geçmişine döktürüyor. Cart yeşil perde, hiç es vermeden makamdan makama geçiyor; gittikçe yükseliyor yükseliyor; âdeta bütün memleket semasını sarıyor. Ses cambazı birden duraklıyor; “aman” diyor, “ben ne yaptım, iyi saatte olsunlar üstüme sıçrayacak.”
Gömleğini değiştiriyor. Bu defa dudak gülümsemesiyle sesini yeniden ayarlıyor. Rast peşrev vuruyor; kürdili hicazkâra geçiyor. Ses bir açılıyor ki sormayın; cart kırmızı ortalığı sarıyor. Sanki bir dehşet filminin setindeyiz. Yönetmen, işlenecek cinayetlerin dehşetini artırmak için kova kova kırmızı boya getirmiş ve birden bütün boyaları sahneye döküvermiş. Kan kırmızısı sarmış memleketin ufuklarını. Geçmişte cart kızıla boyanıp şimdi alacalı bulacalı renklere bürünmüş ne kadar sallabaş varsa pişmiş kelleye dönmüş.
Derken cambaz sesine yeni bir ayar veriyor; cart kırmızı hafiften dümen kırıyor; cart pembeye doğru yol alıyor; kirli pembede karar kılıyor. Pembe üzerinde pırıltılı payetler, ışıltılı pullar... Ses kâh klarnet gibi cırıldıyor; kâh darbuka gibi dırıldıyor; oynak mı oynak, fingirdek mi fingirdek bir hava tutturuyor. Kaşlar kara, gözler ela; salla da yavrum salla!
Şimdi dinleyenlere uzanan bir parmak pembeye eşlik etmektedir. Artık ses yayılmış, yayıldıkça bulaşmıştır. Kirli pembe, şehirlerin meydanlarına, parklarına, caddelerine, sokaklarına sıçramaktadır. Kirli pembe, gazetelerin manşetlerinden gözlerin içine dolmaktadır. Kirli pembe, televizyon ekranlarından evlerin içine saçılmaktadır. Ses, pembenin bütün kirli tonlarında dolaşmaktadır. Dolaştıkça açılmakta, açıldıkça bulaşmaktadır.
Pembe bulaşığı ses evimizi, köyümüzü, kasabamızı, şehrimizi, yerimizi, göğümüzü yalaş bulaş etmiştir. Ah pembe, gül pembe; kulağına tak gül pembe!... Ses, pembenin bütün kirli tonlarında geziniyor. Açılıyor, saçılıyor; göz süzüyor, gerdan kırıyor, kalça kıvırıyor. Pes perdede pembe yayılıp bulaşıyor; tiz perdede pembe yırtılıp etrafa saçılıyor.
Cırlıyor ses, dırlıyor ses;
Horluyor ses, hırlıyor ses;
Yetişin boğuluyoruz,
Kalmadı kimsede nefes.