Ülkemizde ve bütün İslam dünyasında “Şeriat eşittir İslam, laiklik eşittir dinsizlik” denklemi değişmez, aksi mümkün olmaz bir gerçekmiş gibi kabul görüyor. Bu denklemin yanlış olduğunu bilen ve buna göre bir din anlayışına sahip olan kimseler bütün Müslüman toplumlarda bir istisna teşkil ediyorlar. Bu, tek laik Müslüman ülke olan Türkiye için de geçerli. Yani Türkiye’de de bu iki denklemin yanlışlığını bilen ve ona göre bir din algısına sahip olan insanlar azınlıkta. Bizim ülkemizde de dindar/muhafazakâr olarak bilinen, tanınan kesimlerde bu denklem geniş kabul görmektedir. Günümüzde sağ/muhafazakâr yayın organlarında, daha çok da sosyal medya platformlarında bu iki yanlış denklemden biri ya da diğeri bir slogan gibi her fırsatta tekrarlanıyor.
Şeriat’ın eşittir İslam olduğu iddiası İslam tarihi boyunca topluma egemen anlayış olmuştur. İslam şeriatla özdeşleştirilmiştir. Aksine bir kanaat hiç söz konusu olmamıştır. Şeriat, İslam’ın kendisi imiş gibi yüceltilmiş, “şeriat-ı garra” (ak pak, bembeyaz, lekesiz) diye nitelenmiştir. Doğrusu şeriat, İslam’ın Kur’an ve sünnete dayanan, daha doğru bir ifade ile Kur’an ve sünnetten ilham alan hukuk sistemidir. Müslüman toplumların yönetilmesinde uygulanacak kuralların, Müslümanların faydalarına ve zararlarına olacak davranışların hükümlerinin bütünü şeriatı oluşturur. Bütün bunları konu edinen ilim de fıkıhtır. Din/İslam; iman, ibadet, ahlak gibi zamana göre değişmez esasları; şeriat, zamana göre değişen kuralları içerir. Şeriatın eşittir İslam olmamasının en önemli belgesi, şeriatın içinde en başta Arap toplumunun ve bütün Müslüman toplumların örf ve adetlerinden, hayat tarzlarından Kur’an’a uygun veya aykırı derin etkiler bulunmasıdır.
Şeriat, bir hukuk sistemi olarak çağa ve coğrafyaya göre esneklikler içermesi gerekirken yüzyıllar önce “içtihat kapısı kapanmıştır” denilerek dondurulmuştur. En kötüsü de şeriat, İslam tarihi boyunca mezhep imamlarının, diğer fıkıh bilginlerinin çok farklı ve birbirine zıt yorumları ve uygulamaları sebebiyle büyük mağduriyetlere, hatta zulüm ve haksızlıklara yol açmıştır. Hâlbuki dünya hayatında İslam’ın/Kur’an’ın 1 numaralı hedefi adaleti sağlamaktır. İslam, hak ve adalet söz konusu olduğunda kılı kırk yaran, zulüm ve haksızlığın ise zerresine izin vermeyen bir dindir. Adaleti sağlayamayan hiçbir sistem eşittir İslam/Kur’an olamaz! Bu yüzden “Ben şeriatçı değilim” diyen kimseyi Müslüman olmamakla suçlamak mümkün de değil, geçerli de…
Aynen bunun gibi “laiklik eşittir dinsizlik” denklemi de yanlıştır. Açıkça cehalet eseri bir denklemdir. Laikliğin dinsizlikle, din karşıtlığı/düşmanlığı ile hiç ilgisi yoktur. Laik biri bir dine inanmayabilir, tersine bir dine inanıp iyi bir dindar da olabilir. Laik biri her iki halde de kendisinden farklı inanana saygılıdır. Laikliğin ruhu da bu saygıdır. Bu nedenle laiklik gerçek dindarlığın güvencesidir. Laiklik; dindarlığın, herhangi bir kimsenin, grubun, mezhebin, tarikatın etkisinden, dayatmasından kurtulmasıdır. Dindarlık özgürlüğüdür. Toplumsal huzur ve barış için çok gerekli bu özgürlük yüzyıllarca sağlanamamış, ancak laikliğin keşfedilmesiyle sağlanabilmiştir.
Bu sebeple laiklik bundan sonraki zamanlarda yükselen bir değer olacaktır. Her devlet er veya geç yönettiği toplumu barış ve huzura kavuşturmak için laikliği kabul etmek zorunda kalacaktır. Çünkü toplumsal kavgaların, ihtilafların, çekişmelerin baş sebeplerinden biri olan din, inanç ve mezhep kavgalarını önlemenin; bireylerin ve çeşitli toplum kesimlerinin karşılıklı saygısını sağlamanın laiklikten başka bir aracını bulamayacaktır. Laiklik yüzyıllarca sürmüş olan din, inanç ve mezhep kavgalarını önlemenin alternatifsiz bir formülüdür. Gerçek bir demokrasinin de olmazsa olmaz zeminidir.
Kim laiklik eşittir dinsizliktir diyorsa o yaşadığı çağın gidişatından, toplumsal gelişmelerden habersiz demektir. Gerçek manada laik olmak eşittir adam olmaktır.