Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN
Ahmet B. ERCİLASUN

'Sen' yerine 'siz' kullansak…

İngilizce film ve dizilerin çevirilerinde bir şey dikkatimi çekiyor. İngilizcenin "you" zamiri hemen hemen her durumda "sen" diye çevriliyor. Filmde insanlar yeni tanışıyorlar, birbirlerine "sen" diye hitap ediyorlar; kahramanın karşısında, saygı göstermesi gereken yaş veya mevkide biri var, ona da "sen" diye hitap ediliyor.

İngilizlerin kibarlığı malum. O kadar kibarlar ki "sen" anlamına gelen zamiri dillerinden atmışlar. Evet, İngilizcede "sen" zamiri olmayabilir ama bu, çevirilerde de her durumda mutlaka "sen" kullanılmasını gerektirmez. "You" zamiri, duruma, yaşa, mevkie dikkat edilerek gerektiği zaman "sen", gerektiği zaman "siz" olarak Türkçeye çevrilmelidir.

Neyse, asıl anlatmak istediğim bu değil. Siyasetçilerimizin dilinden söz etmek istiyorum. Gün geçtikçe kabalaşan, çirkinleşen siyaset dilinden.

Şöyle düşünüyorum. "Sen" yerine "siz" kullanma işini ana muhalefet partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başlatsın. Cumhurbaşkanından, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den bahsederken "siz" desin; "yaptın, ettin, dedin" değil; "yaptınız, ettiniz, dediniz" desin. Cumhur ittifakının siyasetçileri hakkında konuşurken daima bu üslubu tercih etsin.

Kemal Kılıçdaroğlu, eğer isterse bunu yapabilir. O zaman belki karşısındakiler de aynı dili kullanmaya mecbur olurlar. Olur mu, olmaz mı, bence denemeye değer.

Mesela geçenlerde Kılıçdaroğlu, Fransız mallarının boykot edilmesi çağrısına karşı "Bir çanta var, Emine Hanımın çantası…" diye söze başladı ve "…onu da sarayın bahçesinde yaksın, protesto ediyorum desin, yaksın."diye devam etti.

Cumhurbaşkanının eşinin çantası siyasetin konusu olabilir mi? Elbette bu, sakin ve nezaketli bir üslupla tartışılabilir; Kılıçdaroğlu, eş üzerinden konuştuğu için eleştirilebilir. Ancak sözlerinde bir nezaketsizlik olduğunu söyleyemeyiz. "Emine Hanım" diyor mesela; "Bay Kemal"e karşılık olabilecek bir ifade kullanmıyor.

Kılıçdaroğlu, bütün konuşmalarında aynı nezaket üslubunda ısrar etse ve sürekli olarak "siz" dese acaba siyasetin dilinin düzelmesine katkı sağlamış olur muydu? Böyle bir katkının sonunda mesela aynı konuda kendisine cevap veren Cumhurbaşkanı, "Bay Kemal… sende zerre kadar yürek varsa… sen ne biçim siyasetçisin ya… biliyorsun, onlar seni paçavraya çevirirler… bu kadar zavallısın sen ya." gibi ifadeleri kullanmamazlık eder miydi?

Birilerinin bir yerlerden işe başlaması gerek. Azerbaycan'da "kaba, nezaketsiz" yerine "kôbud" diyorlar. Kaba, çirkin, nezaketsiz, kôbud dil ve üslubu bıraksak; temiz bir dille konuşsak daha iyi olmaz mı? Yoksa benimki bir hayâl-i muhal mi? Olmayacak bir hayal mi? Eh, yazarlar bazen de hayal ederler. Hayaller bazen de gerçek olur.

Benim vazgeçemediğim bir kitap var: Dîvânu Lugâti't-Türk. Kâşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazdığı büyük sözlük. Saygılı hitap konusu daha 11. yüzyıldaki Türkler arasında bile var. Hem de özel fiillerle: sizlemek, sizletmek, senlemek, senletmek. İlk ikisi büyüklere hitap etmek ve ettirmek anlamında. Kâşgarlı Mahmud "ol anı senletti" cümlesini açıklarken şöyle diyor:

"O, onu çocukmuş gibi muhatap ettirdi. Açıkladığımız gibi Türkler büyüklere sin ve ze (yani siz) ile hitap ederek siz derler; onlardan makamca aşağı olanlara sin ve nun'la hitap ederek sen derler. Bundan ol anı senletti denir: 'o onu aşağılamak için bu şekilde hitap ettirdi' demektir."

Bardıŋ - bardıŋız (gittin-gittiniz) arasındaki farkı açıklarken de Kâşgarlı şöyle diyor: "Türkler saygıdeğer birisine hitap ettikleri zaman 'gittin' anlamında bardıŋız derler."

Hemen hemen bütün Türk lehçelerinde bugün de "siz"li nezaket kullanımları vardır. Hele Doğu Türkistan'daki Uygur kardeşlerimizde fiillerin nezaket çekimleri üçüncü şahıslara kadar yansımıştır.

Osmanlı döneminde İstanbul efendilerinin nezaketi de meşhurdur. Onlar sadece ikinci şahısta değil, üçüncü şahısta bile nezaket için çokluk biçimlerini tercih ederlerdi. "Oğlu" anlamında "mahdumu" değil "mahdumları", "kızı" anlamında "kerimesi" değil "kerimeleri" derlerdi. Hatta bu şekilleri ikinci şahıslar için de kullanırlardı.

Osmanlı Türklerinin medeniyeti de işte böyleydi. İstanbul'un medeni çevresi, insanları köyden alır, kalıptan geçirir, tabiri caizse yontar, ince ve nazik bir kişi hâline getirirdi. 

Yazarın Diğer Yazıları