Self determinasyon: Kendi kaderini tayin hakkı
Tartışmalarda iyi niyetle de olsa, zaman zaman milletlerin egemenlik hakkıyla, bu egemenlik altında yaşayan sosyal grupların hukuku birbirine karıştırılıyor. Böyle olunca da doğru bir sonuca ulaşılmak pek mümkün olmuyor. Kendi Kaderini Tayin Hakkı (KKTH) kavramı uluslararası hukukun da konusu olduğuna göre, soruna bu açıdan bakmak gerekiyor.
Uluslararası hukukta:
Demokrasiyle yönetilen ülkelerde sosyal grupların (ırk, etnisite, millet parçası, dil, din, mezhep gibi) KKTH var mıdır? Hayır.
Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde var mıdır? Hayır.
BM İkiz Sözleşmeleri’nde var mıdır? Hayır.
Çünkü bu hak, ilke olarak sadece milletlere/halklara aittir. Sömürge (dominyon) halkları da bu gruba dahildir.
Şimdi de bu “hayır” ları açalım:
1) BM Antlaşması 55. Md.ne göre, “Milletlerin (Halkların) hak eşitliği ve kendi kaderini tayin ilkesine saygı” esastır.
2) BM Genel Kurulu’nun, 24.10.1970 tarihli İlke Bildirisi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 3. Md.de; “Özerk olmayan ve vesayet altında bulunan ülkelerin yönetilmesinden sorumlu olan devletler de dahil, bu Sözleşmeye Taraf Devletler, BM Yasası’nın hükümleri uyarınca milletlerin KKTH’nın gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir” deniliyor.
3) BM Şartı ve diğer önemli uluslararası belgelerde sosyal gruplara KKTH tanınması söz konusu olmamıştır. Aksine, egemen devletlerin siyasi ve kültürel bütünlüğünü tamamen veya kısmen tehlikeye atacağı, dünya düzenini kaosa sürükleyeceği kabul edilerek reddedilmiştir. 1966 tarihli İkiz Sözleşmeler de, milletlerin bu hakkını garanti altına almıştır.
4) Uluslararası Adalet Divanı (UAD), 1986’da Mali ve Birkino Faso arasındaki sınır uyuşmazlığını, “Mevcut sınırların değiştirilemeyeceği” gerekçesiyle karara bağlamış, KKTH talebini reddetmiştir.
5) Kanada Yüksek Mahkemesi, Kebek Eyaletinin KKTH talebini, uluslararası hukuka göre değerlendirip, ülke bütünlüğünün korunması ilkesine göre karar vererek reddetmiştir.
6) 1975 tarihli Helsinki Sonuç Belgesi, AGİT ve Avrupa Konseyi kararlarıyla, devletlerin ülke bütünlüğü esas olarak kabul edilmiştir.
7) II. Dünya Savaşı’ndan sonra azınlık kavramı açıklığa kavuşturulmuş; artık dil, din, kültür ve gelenek farkına dayalı gruplar veya cemaatler olarak değil, bu gruplara mensup bireyler olarak değerlendirilip, temel hak ve özgürlükleri bireysel planda koruma altına alınmıştır.
8) BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 27. Md.de; devletçe destekli azınlık okulları açılması veya dil bakımından somut haklar tanınması için yapılan önerileri reddedilmiştir. AİHM de; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin azınlık dillerini koruma altına almadığı” gerekçesiyle, egemen devletlerin bu dillerden yayın, öğretim ve eğitim yapma mecburiyeti olmadığına karar vermiştir.
9) BM Genel Kurul İlke Bildirisi Md. 1’de; üye devletler ülkelerindeki etnik, kültürel, dil ve dini azınlık haklarının grup olarak değil, gruba mensup kişilerin bireysel hakları olarak kabul edilmiştir.
10) Md.8/4’de; “Bu bildiride yer alan haklardan hiçbirinin BM’nin amaçlarına aykırı olarak veya devletlerin eşitliği, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı aleyhine kullanılamaz” hükmü yer almaktadır.
11) 1990 Kopenhag İnsani Boyut Belgesi, 1989 Viyana Belgesi, 1990 Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı, 1991 Moskova Belgesi, 1993 Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisi’nde; sorun eşit birey temelinde görülmekte, ülke bütünlüğü ve siyasi birlik esas alınmaktadır.
Bu özet bilgilere göre uluslararası hukukta; Milletler (halklar), egemen devletler, ülke bütünlüğü ve siyasi birlik, kökeni ne olursa olsun eşit birey esastır. Dünya düzeni bu sosyal, siyasi, kültürel ve insani ilkelere dayanmaktadır.
Azınlık veya sosyal gruplar, kolektif kimlikleriyle değil, gruba mensup eşit bireyler olarak kabul edilmektedir. Her millette var olan bu grupların, devletin hukukuna sokulmadan, toplum hayatında serbestçe yaşama hakkı teminata bağlanmıştır.
Sömürge milletlerine (halklarına) KKTH tanınmaktadır.
BM İkiz Yasaları, eşit bireyi esas alan yapıyı açıklığa kavuşturmuştur.
Sonuç: Dünya hukuku bölücülerin ve Kürtçülerin derdine derman olmuyor. Tarihimiz, kültürümüz ve tevhit dini İslam da böyle diyor. Bu demektir ki bölücüler kökten haksızdırlar.