“Osmanlı’nın son dönem aydınları inanmışlıkları ve inançları uğruna rahatlarını hatta hayatlarını verebilişleriyle gerçek ülkücülerdir. “Eğer bir nesil bir imparatorluğu kurtarmaya yetseydi o mübarek nesil birden fazlasını omuzlayabilirdi. Ama tarihin kanunu bu değildir. Ve onlar sönen kibritin son aleviydiler. Ve o kadar parlak ve coşkun, tarihin içinden aktılar. Yürekleri büyük insanlardı, hayalleri kadar, fedakârlıkları da gerçekleri aşıyordu. İşte Cumhuriyet, işte Türkistan milli mücadeleleri, işte Teşkilatı Mahsusa ve sayısız, isimsiz kahramanlar… Çanakkale’den Galiçya’ya, Medine’den Kudüs’e, Sakarya’dan Tanrı Dağları’na kadar her yerde oldular; Yemen’de kırıldılar, Sarıkamış’ta dondular, Irak Cephesi’nde tifodan, tifüsten öldüler ve hep dimdik yürüdüler. Onların bize bıraktıkları, cumhuriyet kadar değerli bu tavır, bu üsluptur. Onlar bir hilal uğruna batan güneşlerdi; bizim dedelerimizdi. Tarihimizin ve kültürümüzün bu yalçın kayalarını rahmet ve minnetle anıyoruz.”
Bu büyük kahramanlardan birisi de Devleti Aliyye’nin son yıllarında tesirli olan asker ve siyaset adamı Enver Paşa’dır. Enver Paşa’nın 1908'de Makedonya dağlarında 'Kahraman-ı Hürriyet' olarak yıldızlaşan hayat macerası, 4 Ağustos 1922'de, Türkistan'da Pamir dağları eteklerindeki Çegan tepesinde yiğitçe dövüşürken Bolşeviklere karşı yapılan bir çarpışmada üzerine açılan mitralyöz ateşiyle şehit olarak bitiyor.
“Enver Paşa evvela ve elbette ki kendi devrinin mahsulüdür. Ama Enver Paşa’yı bir gün bir efsane kahraman olarak ortaya çıkaran o devrin kurdelesi, daha Enver Paşa dünyaya gelmeden dönmeye başlamıştır yani bir tarihi şahsiyet olarak Enver Paşa yalnız kendi ömrünü sınırlayan yıların ve şartların değil, bu şartları hazırlayan daha önceki devrin ve oluşların da bir hasılasıdır. İmparatorluğun yapısında biriken iç ve dış etkiler, bu etkilerin harekete getirdiği olaylar, bu olayların toplum kişi ve ruhiyatında geliştirdiği oluşumlar, II. Meşrutiyetin ve onun en aktif unsurlarından biri olan Enver Paşa’nın hem zuhuruna hem hareketlerine, elbette ki müessir oldular.”
“Enver Paşa Osmanlı son neslinin simgesiydi. Onlar, Türk tarihinin belki de en ağır ve zor bir çeyrek yüzyılının sorumluluğunu omuzlayıp hayatlarını, avuçlarında bir kor yığını gibi taşıyarak yaşadılar. Başarılı olamadılar; hatta, koca Devlet-i Aliyye onların kollarında can verdi ama, Cumhuriyet de onların kollarında doğdu. Ülkücüydüler; Her zaman, uğrunda can
verecekleri bir iddiaları oldu; coşkun yaşadılar ve gerektiğinde gözlerini kırpmadan ölmesini bildiler. Yüz binlerce şehit veren başka hangi nesil yaşamıştır?
Yükselişin olduğu gibi çöküşün de kahramanları vardır. Bunların hayatı daha destansı ve trajiktir. Çöküşün kahramanları en büyük fedakarlıklarla ve sarsılmaz imanlarıyla, nice yıkılmalar ve acılar bahasına, sonunda hayatlarını öne sürerek görevlerini yapanlardır ve Enver Paşa’nın neslinde bu insanlar o kadar çoktur ki bu kahramanların varlığıyla imparatorluğun çöküşünü birlikte izlemek şaşırtıcıdır ve insanı isyana götürür.
Her türlü hayat mutluluğunu feda ederek, sonunda hayatını pazara sürerek yapılan bu mücadelelere bu eşsiz insanlara rağmen Devlet-i Ali Osman’ın çökmesi haksızlık gibi görünür…
Bu insanları değerlendirmek de kolay değildir, bunlar çöküşün kahramanıydılar, yürekleri dağ gibi idi; Hayalleri de öyle… Asla küçük düşünmüyorlardı. Yüce devleti kurtarmak için, her biri imparatorluğun uzak köşesinde can teslim ederken, hayalleri sadece Turan’ı kurmak değil, bütün bir İslam alemini Batı’ya karşı ayağa kaldırmaktı. Yani, ülkesi ve devletiyle kendisini kurtarabilmek için ateşlere atılırken, bütün Müslüman dünyayı kurtarmayı düşünüyor ve bunun heyecanı ile sarsılıyorlardı. Büyük düşünmek, büyük rüyalar görmek, büyük yürekli olmak, büyük zamanların tezahürleridir; Halbuki bunlar çöküyorlardı ve çökerken bile yüreklerinde ve kafalarında bu büyüklükleri terk etmiyorlardı.”
Türkiye’de kendisini Kemalist, Milliyetçi, Liberal, Solcu ya da İslamcı olarak tanımlayan hemen her kesimin, konu 1908-1918 yılları arasına yani çöküş 'an'ına gelince aynı refleksi göstermesi ilginçti:
'Enver Paşa ve İttihatçılar, koca İmparatorluğu batırmışlardı. Almanya'nın emperyalist emellerine alet olmuşlar, şiddet, darbe ve entrikayla devleti ele geçirip bir oldu bittiyle I. Dünya Savaşına girmişlerdi. Enver Paşa, Sarıkamış'ta gereksiz bir harekata orduyu sürüklemiş ve 90 bin askerimizin telef olmasına neden olmuştu. Maceracı, hayalperest ve diktatörlük heveslisi biriydi. Sonunda savaş bitince hepsi ülkeyi perişan halde bırakıp Almanya'ya kaçtı'. vb.vs...
Büyük bir imparatorluğu kaybetmiş olmanın nedenlerini, ekonomi politik boyutlarını, felsefesini, jeopolitiğini, psikolojisini, sosyolojisini düşünmeyen, analiz etmeyen ve her kötülüğü kişilere, gruplara, iç ve dış güçlere, ya da aynı anlama gelmek üzere kadere bağlayan bakış açısının en somut ve uç örneği, bu konudaki ittifakla sergileniyordu. Eh, bu kadar kesin bir icma olduğuna göre, bizlere de ezberleri tekrarlamak düşüyordu.
Altı yüz yıllık bir mutlak otorite olarak 'Devlet'in dışında ortaya çıkan ilk politik irade olarak Jöntürk hareketinin anlamlı bir iktidar aracına dönüşmesi, 1906 kongresinde Enver Bey ve arkadaşlarının katılımıyla söz konusu olmuştu. Saray içi paşalar çekişmesinin ya da batılı ülke konsolosluklarının kullanmaya çalıştığı bir aydın muhalefeti durumundaki Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetinin, çapının çok ötesinde etkili olan bir siyasal partiye dönüşmesi asker olarak Enver Bey’in ve sivil olarak da Talat Paşa’nın sayesinde mümkün olmuştu.
Devlet Cihazının, yeniden millete açılmasıydı söz konusu olan. Bu sürece yol açan esas saik ise, yaklaştığı iyice belirginleşen büyük çöküntünün harekete geçirdiği saklı dinamikler ve reflekslerdi. Devletin ve milletin içindeki dağınık ve küskün sağduyu, çöküşün ayak seslerini hissedince sahnede olan en teşkilatlı ve dinamik bir harekete el atıp yeniden kurgulayarak sürece el koymuştu. İttihat Terakki hareketi, en genel anlamda çok cepheli ve çok vecheli yapısıyla işte bu iradenin adıdır.
Devletin ve vatanın birliği, güvenliği, güçlenmesi, yenilenmesi, ortak amaçtı. Ama bunun- hemen hiçbirinin muhtevası hakkında etraflıca malumat sahibi olmadığı Kanun-i Esasi'nin ilanıyla sihirli bir şekilde gerçekleşeceğine inanılıyordu. 'Devlet'in, batılı büyük devletlerin insafına esir düştüğü bir vasatta, İttihat Terakki'nin tecrübesiz ama idealist, sert ama rasyonel müdahalesine teslim olması kaçınılmazdı. Devlet aklının son temsilcisi olarak II.Abdulhamit'in düvel-i muazzama'ya dönük ana siyaseti, yani Almanya ile ötekileri dengelemek, İttihat Terakkinin de kaçınılmaz çizgisiydi. Bu manada Abdulhamit'i tahttan indirenler, sadece onun yerine geçti ve kaçınılmaz sonun yok oluş olmasını engelleyecek bir görkemli direniş teşkilatlandırdı.
“Abdülhamit Osmanlı'yı ayakta tutmaya çalışıyordu, İttihatçılar ise yere düşen büyük bir kütleyi can havliyle ayağa kaldırmaya çabalıyorlardı ama altında kaldılar. Gönül isterdi ki Abdülhamid'in ihtiyatlılığı ve bilgeliğiyle “İttihatçılar”ın gençliği, coşkusu, enerjisi bir araya gelsin. Olmadı işte.” Çünkü tarihte geç kalmışlığın askeri olmayan sebepleri, askeri bir tarım imparatorluğunun üzerine çökerek felç etmişti. Bu şartlarda yapılabilecek olan en anlamlı şey, II. Abdulhamit ile başlayıp Mustafa Kemal ile noktalanan dönem boyunca yapılmış olandı; yani çöküşü düşmana pahalıya ödetmek ve elde tutulabilecek olanı sonuna kadar tutmak. II. Abdulhamit ve Enver, pahalı ödetilen bir bedel yarattı ve bu sayede Mustafa Kemal, elde kalan üzerinden yeni bir sayfa açtı.
Bütün bu objektif şartların içinde Enver'in ve İttihatçı önderliğin 'günahları'nı bulup çıkarmak ve tüm olan biteni onların sırtına yıkmak, sadece vefasızlık değil, bugünde gerekli olan bir iradenin boğulması manasına geliyor. Vefasızlık, çünkü bütün hayatlarını çöküşü engellemek için harcayan ve karşılığında ne maddi ne de manevi olarak 'hiçbir şey' almayan bir neslin şahsında bizatihi adanmışlık, fedakârlık, cesaret, haysiyet ve savaşçılık mahkûm ediliyor...
İsmet İnönü hatıralarında Enver Paşa için diyor ki; "Enver Paşa, şahsi meziyetleri ile iyi bir asker, iyi bir subay, iyi bir insan olarak, toplumun kusur olarak bildiği unsurlardan, insanın tasavvur edemeyeceği kadar nasibi olmayan bir tiptir. Asker vasıfları bakımından vazife sever, çalışkan ve korku nedir bilmez müstesna kahraman olarak, askerliğin aradığı ölçülerin en yukarı seviyesinde yer almıştır".
Lübnanlı Emir Şekib Aslan diyor ki “Enver Paşa, Allah’ın yarattığı kullar arasında sır saklamaya en muktedir olanlardan biriydi. İçini dışına vermemek, sır saklamak hususunda olağanüstü kudreti vardı. Bu kabiliyette, hiçbir kimse Enver Paşa’ya eş olamazdı. O kızdığı vakit parlayanlardan ve bu hallerde bile hesapsız ölçüsüz söz söyleyenlerden değildi. Hele kızdığında kimsenin ayıbını ortaya atan ve ona lanet okuyan ve kaba saba konuşan biri değildi. Bütün hayatı boyunca onu yakından tanıyanlar bile onun sövdüğünü veya ağzından çirkin ve kaba bir sözün çıktığını duyan olmamıştır.”
***
ŞEHİD-İ MUHTEREM ENVER PAŞA- 2
Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa’nın baş döndürücü hayat hikayesini anlattığı üç ciltlik eseri boyunca, satır aralarına serpiştirdiği Almancılık, maceracılık ve tek adam olma hevesi dışında, kendisinden hayranlıkla bahseder. Balkanlarda çete savaşları, Hürriyet için dağa çıkış, Berlin ateşe militerliği, 31 Mart olayı vesilesiyle dönüp Hareket ordusu Kurmay Başkanlığını devralış, isyanı en ön saflarda çarpışarak bastırma, 1911 Trablusgarp işgali üzerine gönüllü toplayarak gizlice Kuzey Afrika'ya gitme, Enver Paşa ve arkadaşlarının ( Enver bey, Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Fethi Bey (Okyar), Nuri Bey ( Conker), Fuat Bey ( Bulca), Sapancalı Hakkı Bey gibi bir gurup subay ile) Gazzeli Cemal, Darendeli İsmet, Saydalı Hilmi, Tiranlı Cevdet ve Sinoplu Dede Sami gibi askeri okuldan atılan subay adaylarını da İtalyanlara karşı savaşmak üzere gittiği Trablusgarp’a 2016 da haçlılar daha rahat bombalasın diye günümüz devlet yöneticileri gemi göndermiştir.
Enver Bey Trablusgarp’a giderken notlarında şöyle yazıyor: “Vazifem bu sefer beni hiçbir maddi netice alamayacağım bir gayeye doğru götürüyor. Trablus, zavallı memleket şimdilik kaybettik -belki de ebediyen-. Peki, o zaman niye gidiyorum? İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlaki görevi yerine getirmek için.”
Bu satırlar sadece kendisinin değil, bütün o kahraman neslin sorumluluk şuurunun ve haysiyetinin yüksekliğini göstermektedir. İşte Enver Bey, ömrünün sonuna kadar budur. Her şeyin tükendiği noktada Türkistan’ı kurtarmak için yola çıkarken de böyle müthiş bir gerekçeye dayanacaktır. O Enver ki daha 30 yaşındadır ve Osmanlı sarayına damattır önünde koca bir ömür ve nice parlak rüyalar vardır… Dünya tarihinde, böyle bir sorumluluk duygusuyla geleceğini, bütün ümitlerini ve hayatını çıkmaz bir davaya adayıp kendini Libya çöllerine atan kaç insan yaşamıştır?... Aynı Enver Bey kendisini bu işten vazgeçirmeye çalışan Talat Bey ve İttihat Terakki’nin Genel Sekreteri Halil Menteş’e hiç tereddüt etmeden cevap verir, “Ben ve arkadaşlarım sizler gibi düşünmüyoruz bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa, utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarp’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız. Sizden de hükümet olarak beklediğimiz, bize engel olmamanızdır. İşte o kadar…”
1913'te Edirne işgal edilince İngiliz yanlısı Sadrazam Kamil Paşa'nın "verelim kurtulalım" siyasetine karşı Babıali'yi basarak ittihat Terakki hükümeti kurma, Edirne'nin geri alınışı, I. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış, Çanakkale cephelerinde ön saflarda çarpışmalar, 1918 Mondros mütarekesi sonrası bir Alman denizaltısıyla Karadeniz üzerinden Berlin'e giderken yolda arkadaşlarını gizlice terk edip Kafkasya'ya gitme teşebbüsü,biri denizde iki defa da uçak düşmesi sonucu üç önemli kazayı atlatarak Berlin'e geri dönüş. Orada Rus-Bolşevik yetkililerle temas. İngiltere'ye karşı; Anadolu, İran, Afganistan, Hindistan, Kafkasya ve Orta Asya’da direnişleri sürdürmek amacıyla ortak planlar, projeler, eylemler... 1921'de Bolşeviklerin İngilizlerle anlaşması üzerine Türkistan'a geçerek bu kez Ruslara karşı Basmacı isyanını teşkilatlandırma. Türkistan'daki en güçlü aşiret liderinin Ruslarla anlaşması üzerine direnişin zayıflaması ve Kurban Bayramının ikinci günü uğranılan bir baskın sırasında en önde düşmanın üzerine atılarak intihar gibi şehadete nail olma…
İttihat Terakki önderliğinin kararıyla sarayda etkili olmak maksadıyla kotarılan Padişahın torunu Naciye Sultanla 'mantık' evliliği. Evlendikten sonra başlayan tutkulu aşk. Hem davaya hem aşkına ölümüne bağlılık ve sadakat. Ortalama 'Osmanlı' kişiliği; muhafazakâr bir dünya görüşü, Müslümanca bir ahlâk, mümince bir tevekkül, düşmanlarının bile teslim ettiği savaşçılık, teşkilatçılık, cesaret ve ataklık. Halifeliğe, Osmanlılığa ve İslam’a sarsılmaz bağlılık temelinde Müslüman toplumların emperyalizme karşı ayaklandırılması maksadını, bütün Müslüman Türk toplulukların bağımsızlığını kazanmasını amaçlayan Türkistan perspektifi. Büyük bir ufuk, sınırsız ve sonsuz bir harita…
Birinci cihan Harbinden sonra, İttihat Terakki’nin yedi önemli şahsiyeti ile geçici bir süreliğine yurt dışına çıkarken Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya yazdığı mektupta şöyle diyordu: “mektubunda, içinde bulunulan şartlar sebebiyle geçici bir süreliğine İstanbul'dan ayrılmayı uygun gördüğünü, ancak müsait bir zamanda hükümetin ilk işareti doğrultusunda açık alın ile hesap vermek üzere tekrar geri döneceğini belirtir.” Enver Paşa Talat Paşa’ya yapılacak tek makul işin, Rusya’ya geçip, Ruslarla anlaştıktan sonra Türkistan’ı ayaklandırmak ve Kafkaslarda kurulacak bir teşkilat vasıtası ile düşmana karşı savaşmayı sürdürüp bu halde bir hayır ve zafer gözlemek; nasip olmazsa da bu yolda can vermek olduğunu söyler. 25 Ekim 1920 tarihli mektubunda İngilizlere karşı çalışmakta Bolşeviklerle mutabık kaldıklarını, “ayrıca Türkiye için para ve malzeme temin” ettiklerini yazar. “Kendileri ilk yardım olmak üzere 1 milyon altın ve bir milyon lira kâğıt para verdiler ve imkân dairesinde de silahların ilk kafilesi 10 bin tüfek, ikişer bin cephane ile memlekete varmıştır.”
Dönüşte İngiliz emperyalizmine karşı savaşmak üzere İslam İhtilal Cemiyetleri Birliği’nin çalışmalarını tamamlar. Bunun için Talat ve Enver Paşalar, Cezayirden Fevzi Bey, Traglusgarp’dan Hamit Gargani, Tunus’tan Şerif Şeyh Salih, Şeyh Cafer Hasan, Dr. Rifat Mansur, Mısır’dan Abdulaziz Çaviş, Abdulhamit Bey, Dr. Ahmet Fuat Bey, İbrahim Ratip Bey, Yusuf Bey, Mustafa Bey, Suriye’den Emir Şekip Aslan Bey, Irak’tan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Bey, Mehmet Başhampa, Hindistan’dan M. Bereketullah Efendi ve Hindistan Hilafet Komitesi başkanı Muhammet Ali gibi İslamcı aydınlarla ilişki halinde idiler. Kurulacak birliğin, İslam ülkelerindeki İslamcı ve anti-emperyalist güçleri bir araya toplanacağını ummaktadırlar.
Şüphesiz ki maksadımız İttihat Terakki’yi kutsamak veya hareketin önderlerini hatadan günahtan münezzeh saymak değildir. Onlar da insandır elbette ki hataları günahları olmuştur. Tecrübeleri, idealleri ve yürekleri kadar büyük değildir ama samimi vatanperverliklerinden ve kıblelerinin doğruluğundan kimse şüphe etmemelidir.
Enver Paşa’ya dönük en yaygın suçlama, Almancılıktı. Çaresizliğin ve zorunlulukların dayattığı Alman ittifakından azami fayda çıkarmaya çalışması dahi soğuk savaş döneminde aşina olduğumuz 'uşaklık' ve 'kullanılma' geleneği ile karşılaştırarak yorumlayanlar olsa da, Enver'in Alman yanlılığı ile, bugünkü Amerikancılık ya da Avrupacılık türleriyle kıyaslanmaz bir fark vardır. Enver, önce ve sadece vatanseverdir. Rus-İngiliz-Fransız ittifakına karşı Enver Paşa ve arkadaşları için makul ve mümkün olan tek müttefik Almanya’dır. Zaten daha önce 2.Abdülhamit’in tercihi de bu yöndeydi. İngiltere ile Rusya’nın Reval’de Osmanlı’yı parçalama ve bölüşme antlaşmasından itibaren 1.Cihan Savaşı’nın daha doğrusu batılı emperyalist güçlerin paylaşım savaşının adım adım yaklaştığını gören İttihat Terakki önderleri bu kaçınılmaz savaşta Fransa, İngiltere ve Rusya ile müttefik olmak için görüşmeler yapmışlar, bütün kapılar yüzlerine kapanınca Rusya’nın en yakın düşmanı olan Almanya ile ittifakı stratejik bir tercih olarak seçmişlerdi. Öyle ki İttihatçıların yabancılar ile ilişkisi dahi tekrar onlara karşı kullanılacak gücün biriktirilmesini amaçlıyordu. Bunu ne kadar sağlayabildikleri tartışılır. Fakat İttihatçıların herhangi bir kanadının bir yabancı devlete ajanlık yaptıklarını hiçbir tarih yazmamaktadır.
Yine 'Soğuk Savaş' alışkanlığı olarak batıya bağımlı Türkiye gerçeğinden hareketle gerek Almanlarla İttifakta gerek Orta Asya serüveninde, daima tek yönlü ve aleyhimize komplolar aramak, kullanıldığımızdan dem vurmak, hiç aksini düşünmemek kendine güvensizliğin ürünü kalıcı bir ortak özellik durumundadır. Oysa, bu ülkeye, vatana ve millete sonuna kadar bağlı oldukları hayatlarının sonuna kadar verdikleri mücadele ile sabit kadroların birileri tarafından kullanılmış olmaları ne kadar mümkündür? İnsafsızlık o boyuttadır ki, Osmanlı'yı kurtarmak için ölümüne kavgaya tutuşanlara Osmanlıyı yıktılar denmiş, bir büyük direnme azmine sürekli çamur atılmıştır. Çünkü onlar artık yoktur ve onların davalarını güdecek bütün objektif şartlar teker teker temizlenmiştir.
Tarih, yenenlerin lehine yazılır ve ayakta kalanlar ölenleri suçlar. Hiç kimse de gerçeği merak etmez. Artık dışarıda kazanan İngiltere'nin, içerde ise İttihatçıların tasfiyesi sonrası egemen olanların kendilerine yonttukları bir tarih vardır. Artık 'Enver' deyince "Sarıkamış’ta 90 bin asker" yalanı tekrarlanır. Ancak bu kara propagandanın aksine Genelkurmay harp tarihi kayıtları ve bilimsel tarihi eserler bunun aksini yazmakta ve bu harekatta bizim kayıp, hastalık, donarak ve muharebe esnasında şehit olanların toplam sayısının 30 bini geçmediği belirtilmektedir. Bunun sorumlusu Enver Paşa ya da başkası değil, Savaşın acımasız gerçekliğidir. Rusların ise muharebe esnasında en az 19 bin kayıp verdiklerini tarihçi İlber Ortaylı Hoca ifade etmiştir.
ŞEHİD-İ MUHTEREM ENVER PAŞA- 3
Enver Paşa Sarıkamış harekâtı ile Turan seferine çıktığı iddiası ise külliyen yalandır. Bu harekatta Enver Paşa’nın Rus işgalinden kurtarmak istediği; Kars, Ardahan, Sarıkamış ve Artvin şu anda sınırlarımız içerisindedir. Öyle ki Erzurum’u, Sarıkamış’ı Turan zannedenler, Enver Paşa’yı askerlerimizi Turan yolunda kırdırmakla suçladılar. Oysa dedelerimiz, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Kafkaslar’da, Sarıkamış ve Çanakkale’de savaşırken vatan topraklarını savunuyorlardı. İngiliz ordularının binlerce kilometre ötelerden gelip buralarda ne aradıklarını sormak yerine, onların yüce makamlarını tartışmaya açıyoruz.
“Fakat mesele yalnız bundan ibaret değildir. Türkiye olarak bizim gayemiz nedir? Biz Almanların Rusları şiddetli şekilde, Doğu Avrupa’da tazyik etmesinden istifade ederek, dağınık Rus kuvvetlerini ezmek, 93 Harbi’nde kaybettiğimiz yerleri geri almak, Kafkasya’ya uzanmak, yani fırsattan istifade etmek maksadını gütmüşüzdür.”
Eğer bugün bir bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti varsa bunu Bakü ve Azerbaycan’ı işgal eden Ermenileri mağlup eden Kafkas İslam Ordusu’nun komutanı Nuri Paşa ve askerlerine borçlu olduğumuzu, Nuri Paşa’yı bu harekata yönlendiren, görevlendirenin de Enver Paşa olduğunu bütün namuslu tarihçiler kabul ve ifade etmektedirler. Bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa için yazıldığı zannedilen ve her seferinde coşku ile söylenen “İzmir Marşı” nın aslı Azerbaycan Türklüğü tarafından Enver Paşa, Nuri Paşa’ya ve Kafkas İslam Ordusu’na ithafen söylenen “Kafkasya Marşı” dır. İlk dörtlüğü de şöyledir:
“Kafkasya dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda, sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.”
Bunun böyle olması şüphesiz Gazi Mustafa Kemal Paşayı küçültmez. Lakin haklıya hakkını teslim etmek de bir namus ve vicdan borcudur. Nitekim, Milli Mücadelenin devam ettiği yıllarda, Enver Paşanın şehadet haberi gelince Gazi Mustafa Kemal derin bir üzüntü ile yerinden kalkar, sigarasını yakar, gözleri buğulanmıştır ve şöyle der: "Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım." Hakikati öğrenmek isteyenler biraz tarih okurlarsa, Hindistan’daki hilafet hareketinin, İran’da İngilizlere karşı ihtilal başlatanların, Filistin kurtuluş hareketinin ilk kurucusu Kudüs Müftüsü eski bir Osmanlı subayı Şerif El-Hüseyninin, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele veren Ömer Muhtar’ın ve Kuzey Afrika’da bağımsız mücadelesinin öncülerinin, Enver Paşa’nın kurdurduğu Teşkilat-ı Mahsusa ile irtibatlı olduğu görülecektir.
Enver Paşa Türkistan’a giderken, buralarda böyle bir mücadelenin imkânsız olduğunu söyleyen Hacı Sami’ye şu cevabı verir: “Uzun zamanlardan beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben, Osmanlı ordularının Başkomutanının ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem, bu köprüyü kurmuş oluruz.”
Daha sonra da Zeki Velidi Togan’a şunları söyleyecektir: “Muvaffak olamazsak hiç olmazsa cesedimi buralarda bırakmakla Türklüğün istikbaline hizmet etmiş olurum.”
Yakın günlerde Tacikistan seyahatinden dönen değerli Araştırmacı yazar Muhsin Mete Beyin bize de gönderdiği Tacikistan günlüğü yazısının bir bölümünde “Sohbetimize Enver Paşa damgasını vurdu. Enver Paşa burada, devlet katında başlarına dert açan bir maceracı, halk katında ise Sovyet zulmüne savaş açmış bir kahraman. TİKA, şehit düştüğü yerde bir anıt yapma teşebbüsünde bulununca devletten onay gelmemiş. Enver Paşa bahsinde babanın anlattığı bir gözlemciye ait malumat bir hayli etkileyiciydi. Kemikleri İstanbul’a nakledilmek üzere mezarı açılırken, bu iş için Türkiye’den gelen ekibe gözlemci olarak talimatla bir de mahalli personel katılmış. Bu kişinin verdiği bilgiye göre, kabri açıldığında cesedi gömüldüğü gibi imiş. Sakalı uzamış, kefeni dahi bozulmamış. Bu bilgi gerçeği değil, halkın tahayyülünü yansıtıyor olabilir. Enver Paşa sevgisinin efsanevî bir gerçekliğe dönüştüğü aşikâr.” Diye yazmaktadır.
Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehitten gururla bahsedilir. Bu ordunun başkomutan vekilinin Enver Paşa olduğu, utanç verici Balkan hezimetinden sonra orduyu yeniden teşkilatlandırarak ve gençleştirip silahlandırarak zaferin en yüksek payının ona ait olduğu gerçeği unutulur. Ama 'Sarıkamış’ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri strateji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır.
Öte yandan Arap dünyasına yönelik olarak da Türklerin din değiştirdiğinden başlayıp, İngilizlerin topluca Müslüman olacağına kadar başka bir propaganda yürütülür. Bunun gibi, Arap dünyasında Türkler aleyhine, Türkiye’de de ittihatçılar aleyhine oldukça cehalete hitap eden yaratıcı propagandalar yürütülmüştür. Sonuçta İttihatçı önderler, ya Talat, Cemal, Sait Halim Paşalar gibi, İngilizlerin organizasyonuyla Ermeni tetikçilere vurdurtulmuş ya da Enver Paşa gibi, İngilizlerin, Bolşevik Rusya ile anlaşması sonucu tasfiye edilmiştir.
İttihatçılar aleyhine bolca var olan Batı kaynaklı propaganda ve dezenformasyon malzemesinin, 1950'lerden itibaren sol ve özellikle İslamcı-Milliyetçi çevrelerin ezbere tekrarı haline gelmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Enver Paşa ve İttihatçıları unutmak, hatırlayınca da İngiliz yavelerini ezberden sıralamak, Türk sağının mayalandığı ve kodlandığı dönemi, sağa yapılan aşıyı, biçilen görevi, çizilen sınırları anlamamız için elverişli bir ölçü sunar. Enver Paşa’ya ve İttihatçılara küfür edilecektir.
“Sol Kemalizm ise, II. Abdülhamit ve İttihatçılarla başlayan ve Mustafa Kemal'in 1930'lara kadar sürdürdüğü milli kalarak modernleşme, dindarlığı yenilikle barıştırma, mülk ve siyaseti yerlileştirme çabalarını çarpıtarak, devletle din, orduyla dindar, dinle modernlik ve Türklükle Müslümanlığı çatışan ters devreler haline getirip aralarına da mayınlar döşeme görevi görmüştür. Demek ki, İngilizlerle ilişkileri şaibeli sol Kemalistlerin ve Amerikalılarla ilişkileri netameli sağ-muhafazakarların İttihatçılık düşmanlığında buluşmalarında bir 'hikmet' bulunmaktadır.
Bu ülkedeki anlamsız kavgaların, dışa bağımlılığın, mal ve şehvet düşkünü sağcılığın, din ve millet düşmanı solculuğun, küçük adamların, sahte kişiliklerin, aymazlık, yobazlık ve korkaklığın, yabancı devletlere olan hayranlığın, güce tapmanın, sahte dindarlığın velhasıl Osmanlıdan beri bir gram bile değişmeyen bu milli! hasletlerimizin! yenilgi travması ve İttihatçılık düşmanlığı ile bağlarını merak ediyoruz doğrusu.”Enver Paşa ve arkadaşları siyaseti yalanlarla, parayla değil yüce gayeler için; bilekleriyle, yürekleriyle, haklılıklarına yaslanarak, çile çekerek ve ellerinde avuçlarında ne varsa feda ederek yapıyorlardı.
Enver Paşa ve arkadaşları doğru ya da yanlış, bir şeylere inanır ve onu sonuna kadar savunurlardı. Bir fikirleri, bir sözleri, bir namusları vardı. Gerektiğinde fikirleri ve inançlarını için gözünüzü kırpmadan ölüyorlardı. Yiğitlik şanları, mertlik karakterleriydi. Rakiplerinin dahi karakterini geliştiren bir tesirleri vardı.
Bugün, bir şeylere inanmak değil, 'ne istediğini bilmek', 'bir şeyler elde etmek', 'pazarlığı ve hesabı bilmek' revaçta. İhtirasların ve arzuların şehveti hayatımızı esir aldı. Zalimlerin ve ayaktakımının ahlâkı bütün ülkeyi işgal etmiş durumda.
Onlar; o yoksulluk, çaresizlik, imkânsızlık günlerinde, yurtdışına adam gönderir, teşkilatlar kurarlardı, yabancı elçiliklerle görüşür değişik siyasi hamleler yaparlardı, uzak diyarlarda isyanlar çıkartır düşmanı oyalarlardı. Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver, 1940'larda Londra'da öğrenim görürken, Londra büyükelçimizin aracılığıyla Churchill’le görüştüğünde Churchill ona, "Senin baban benim siyasi kariyerimi yirmi yıl erteledi" demiş. Onların görkemli savaşları, o zaman İngiltere’de, Rusya’da, Fransa’da, İtalya’da iktidar ve hükümet değişimlerine sebep olmuştu.
Bugün ise, ülkemiz bütün istihbarat örgütleri ve örtülü operasyonların laboratuvarı durumunda. Okumaya gönderdiğimiz çocuklarımız ya buradaki zulümlerden bıkıp bir daha dönmez oluyor veya 'iyi ilişkiler' kurabilmişse paraşütle dönüyor.
Enver Paşa ve arkadaşları, Irak’taki İngiliz işgaline, Kanal Harekâtı, Filistin direnişi, Kut-ul Amere zaferi ve Medine müdafaası ile cevap vermişti. Enver Paşa ve arkadaşları çürümüş bir hanedanlığın, tükenmiş bir İmparatorluğun, cehalet ve yoksullukla malul bir milletin çocuklarıydı. Bin bir imkânsızlık, karmaşa ve devletler oyunu içinde büyüyüp çöküşü durdurmak için sonuna kadar ve yiğitçe döğüştüler.
Bütün Osmanlı'nın, bütün Avrasya'nın, bütün Doğu'nun direnme ve dayanma çabasıydı Enver Paşa ve arkadaşları. Ama maalesef, başaramadılar.
Emperyalizm kazanmaya, biz yenilmeye devam ediyoruz. Devletimiz tam bir kuşatma altında. Milletimiz, artık her şeyi boşlamış, gündelik dertleri dışında herhangi bir şeyle meşgul olmak, hatta düşünmek, tartışmak, yorulmak istemiyor. Aydınlarımızın bir kısmı iktidar yağcılığı, bir kısmı rejim bekçiliği, bir kısmı da Tanzimatçı şaklabanlıklar yapıyor. Sermaye sahiplerimiz henüz 'burjuva' bilinci ve seçkinliğine sahip değil. Yabancı sermaye acenteliği ile devleti soyma uğraşı yanında bu işler biraz fantezi geliyor onlara. Durum, sandığımızdan da kötü aslında. Enver Paşa ve arkadaşları yaşasaydı, hemen durumdan vazife çıkarırdı. Enver deyince aklına hemen yayılmacılık ve macera gelenler, onun hiçte macera olmayan ve sadece savaşı tüm Asya'ya yayarak Anadolu'yu rahatlatan bir savunma hattı örmeye çalıştığını unutuyorlar. Üstelik, lazım olduğunda da Neo-Osmanlıcılık, bölgede etkili olmak, Musul- Kerkük hikayeleri üzerinden Enver Paşa’yı çağrıştıracak sözde emperyal ajitasyonlar çekiyorlar.
Oysa Enver, evvela soylu bir savunma ve kararlı bir var olma davasıdır. Bu ufuk bir yayılma değil; dağılmama, en azından yenilmeme iradesi ile sınırlıdır. Bu nedenle Enver Paşa ve İttihatçılık, önce içerde toparlanmanın, sağlam durmanın, dayanmanın ve yenilenmenin adıdır. Bu iradeyle, bütün iç meselelerimizi çözecek ve dışa bağımlılığı asgariye indirecek Milli demokratik bir restorasyondur.
İşte bunun için İttihatçılıkla, yani o kendine güven, haysiyet, vatanseverlik ve cesaretle tanışma ve barışmamız gerekir diyoruz. İşte bu manada Enver diyoruz. Şehit na'şının cebinden bir büyük harita, bir Kur’an-ı Kerim, yarım kalmış bir mektup ve birkaç kuruş para çıkan Enver. Tıpkı yıllarca teşkilatı mahsusada değişik cephelerde savaştıktan sonra mütareke yıllarında esaretten dönüp hastalanınca, İstanbul’da Özbekler Tekkesini sığınıp, orada ruhunu Allah’a teslim eden ve bavulundan bir Türk Bayrağı ile Kur’an’ı Kerim’den başka bir şey çıkmayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın fedaisi Zenci Musa gibi.
Yaşadığımız kâbusun şifreleri dışında geriye hiçbir şey bırakmayan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olurmuş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adamdır Enver Paşa.
KAYNAKÇA
AKSUN Ziya Nur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2005.
ASLAN Emir Şekip, Sürgünde Üç Ölüm, Çev. Aziz Akpınarlı, Truva Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2010.
AYDEMİR Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Cilt 1, Remzi Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1972.
CİHANGİR Erol, Emir Şekib Aslan ve Şehid-i Muhterem Enver Paşa, Doğu Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul, 2005.
KÖSOĞLU Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008.
ÖZCAN Ahmet, Davası Olmayan Adam Değildir, Yarın Yayınları, İstanbul, 2015.
ÖZCAN Ahmet, Açık Mektuplar, Yarın Yayınları, İstanbul, 2004.
Mete Muhsin, Tacikistan Günlüğü, Almıla Dergisi, Ankara, Sayı:27.