SELCAN TAŞÇI
‘Erenler ölmez Dündar Bey; onlar yalnız suret değiştirirler’
‘Sancı çeken bu topraklar üzerinde biz artık ölmeyeceğiz...’ diyen Dündar Taşer’e, Emine Işınsu’nun kaleminden böyle seslendi Dursun... Yaşasaydı ‘Dursun abi’ diyecektik belki, ‘Dursun Dayı’ olacaktı, ‘Dursun Amca’ diye seslenecekti mahallenin çocukları. O durmadı ama hep ‘Dursun’ kaldı adı
Ve sözün bittiği yer” diye başlıyor Zile Ülkü Ocağı’nın yayımladığı cenaze görüntüleri... Türk bayrağına sarılmış bir tabut var omuzlarda... Arkasında dünya yakışıklısı bir gencin fotoğrafını kucaklamış başka gençler yürüyor, ip gibi... On yedi, on sekiz, on dokuzunda her biri; hiçbir hiza gözetemeyecek kadar darmadağın olmuş minik yürekleri, vakarla kendiliğinden oluşturmuş o en büyük isyanın bile nizamını... Genç Ülkücü Teşkilatı’nın önünden geçiyor cenaze; bu sırada kollar kenetleniyor birbirine, yolun iki yanında iki etten duvar ve ortada alabildiğine açık önü Dursun’un; bugün yol onun!.. Ve Zile’nin kadınları, kızları kapı önlerinde; yaşlı gözleriyle. Günler olmuş katledileli; hâlâ kan damlıyor kefeninden; ölümün soğuğu kuşatmış taze bedeni ama sindirememiş tenine ’buz’dan ürpertisini, sıcacık hala Dursun; çekilmemiş damarları ve ala boyuyor vatanının toprağını. Ülkücü Hareketin son şehidi, Dumlupınar Üniversitesi öğrencisi Hasan Şimşek’in tertemiz yüzü düştüğü gün bilgisayarlarımızın ekranına yeniden izledim bu görüntüleri... 40 yıl sonra ne garip tecelli; yine bir kasım yası düştü milliyetçilerin payına... Katledilişinin 40. yılında, Dursun Önkuzu’nun ablası Samiye Oktay’la yaptığımız söyleşi geldi hatırıma...
En acı çocukluk hatırası
Dursun şehit edildiğinde, Amasya Öğretmen Lisesi’nde yatılı okuyan 16 yaşında bir genç kızmış Samiye Hanım.
“Olayın detayları çok yazıldı, tekrar etmek istemiyorum” diyor. Dönemin komünist militanlarının, ağabeyini, kurdukları “halk mahkemesi”nde yargılayarak, “işkence ile ölümüne” karar verdiklerini nasıl anlatsın ki... Aralıksız üç gün süren işkenceyi, uzuvlarının kanırtılışını, bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava pompalamalarını nasıl söylesin dili... Nasıl hissetmesin “sancı”sını patlayan ciğerlerine rağmen, olur da yaşar kaygısıyla(!) pencereden atılan bedeninin Dursun’un...
Okul idaresinden çağırıldığı gün dün gibi:
“Öğretmenlerimin yüzlerindeki endişeyi o anda fark edememiştim. Akşam üzeri beni tekrar çağırdılar ve ”Bir görev için Zile’ye gidiyoruz. Bayram da yakın; seni de ailene götürelim“ dediler. Ben de sevinerek kabul ettim. Okul müdürümüz İhsan Gündüz Bey, öğretmenlerimizden Yusuf Ziya Gürel ve son sınıflardan Nuran abla ile birlikte Zile’ye gittik” diyor...
- Ya Zile’ye vardığınızda?
Evimiz çok kalabalıktı ve herkes ağlıyordu. Anlamıştım...
Diğer iki kız kardeşinden biri ortaokulda, öbürü ilkokulda öğrenci o sıra... “Ağabeylerinin acısı ile duçar olduğu hastalıkla iki yıl boğuştuktan sonra” annelerini kaybetmişler; 1993 yılında da “Türkoğlu Türk, tevazu abidesi” babalarını...
İki bakanlık mahkum oldu
“Ağabeyim nemelazımcı, vurdumduymaz politikacıların kurbanıdır” diyen Samiye Oktay, Önkuzu’nun hunharca katlinin sorumlularıyla ilgili hiç bilinmeyen bir gerçeği paylaşıyor:
“Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu, Milli Eğitim Bakanı da Prof. Dr. Orhan Oğuz’du. Okulda güvenliği ve ”öğrenim özgürlüğü“nü sağlamak onların görevi idi, görevlerini yerine getirmediler. Nitekim bu durum, mahkeme kararı ile de tescil edildi. Ağabeyimin kanlı gömleği ile dolaşmadığımız için belki, kimsenin haberi olmadı. Şimdi ilk defa sizin aracılığınızla kamuoyuna açıklıyorum. Avukat Hamdi Gülal, ailemiz adına İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları aleyhine tazminat davası açmıştı. Bu dava kazanıldı ve her iki bakanlık da mahkûm edildi.”
Katillerini ödüllendirdiler
- Peki ya fiilen bu katliamı yapanlar;
katiller?..
“Sözde yakalandılar” diyor Samiye
Oktay.
İnsanlık dışı olaya karışan 6 kişi hüküm giymiş. Ne var ki 1974 affı ile salıverilmiş hepsi de... Kardeşinin katillerinin sonraki yıllarda kamu hizmetinde görevlendirildiğini söylerken içinde kopan fırtınayı kestirmek öyle zor ki...
“Ne hissettiniz, ne tepki verdiniz”
diyorum; cevabı da Dursun’un hikayesi
kadar acı:
“Yüzsüzlerle ve yüzsüzlere pirim veren bir zihniyetle yüzleşmek neye yarardı ki? ”Baht utansın“ deyip oturduk.”
Milletimize helal olsun
“Biz bugüne kadar hiç kendimizi acındırmadık ama madem böyle sordunuz, şehadetinden yaklaşık 40 yıl sonra yine ilk defa sizin aracılığınızla, ”T.C. Ankara Yenimahalle Sulh Hukuk Tereke Hâkimliği Sayı, Tereke Esas No: 1970/52, Müteveffa Dursun Önkuzu’ya ait Eşyalar Listesi“ni arz edeyim” diyor;
“Gözlük, dolmakalem, kol saati, ceket, pardesü, bir çift ayakkabı, bir çift çorap ve 15 lira, evet, 15 lira para. Bilirkişi, Hukuk Mahkemeleri Başkâtibi Ahmet Gümüşay imzasıyla tespit edilen tereke bunlar. Ağabeyimin üzerinden çıkan 1970 yılının 15 lirası ile Ankara’dan Zile’ye otobüs yolculuğu yapılabilir miydi, bilmiyorum. Bu para da Türkiye Emlak Kredi Bankası’na yatırılmış ve herhalde sonra hazineye devredilmiştir. Milletimizin hizmetine kullanılmışsa helal olsun!”
İsyan edesimiz geliyor
Erdoğan Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu okurken ne hissetti Samiye Oktay bilmiyorum; yeniden arayamadım, yeniden kanatamadım yaralarını... Ama aynı Erdoğan’ın ülkücülere dönüp “siz faşizmi iyi bilirsiniz” deyişine tepkisi hafızamda hâlâ:
“Hani öyle şeyler oluyor ve akıl almaz haksızlıklara uğruyorsunuz ki, ”Keşke faşist olsaydım“ diye isyan edesiniz geliyor. Ama içinde bulunduğumuz camianın faşist olması mümkün mü? Kasap Hitler’e, Faşist Mussolini’ye hakaret derecesinde şiirleri söyleyenler, sözleri sarf edenler yine Türk Milliyetçileri oldu. Merak edenler, Atsız’ın Mussolini’ye hitaben yazdığı şiiri bulup okusunlar. ”Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır“ Hadis-i
Şerifi’nden ilhamla Türkiye’de Türk olmayı, Türk Milleti’ni sevmeyi adeta suç sayanlara söyleyecek sözümüz, verilecek cevabımız elbette var ama ”Ey Müslüman! Bir kötülük gördüğün zaman onu elinle önleyeceksin, elinle önleyemezsen dilinle önleyeceksin, dilinle de önleyemezsen kalbinle buğz edeceksin“ diyen Peygamber Efendimiz affetsinler, imanımız zayıf ki biz ancak kalbimizle buğz etmekle yetiniyoruz.”
Evren hakkında suç duyurusu
12 Eylül 1980 darbesinin ardından 18 yaşında tutuklanan ve 5 Haziran 1983’te 21 yaşında iken Buca Cezaevi’nde idam edilen Halil Esendağ’ın ailesi, oğullarının ölümünden sorumlu tuttukları 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında suç duyurusunda bulundu. Manisa’nın Saruhanlı ilçesi Gözlet köyünde yaşayan baba Toker Esendağ (76), oğlunun cezaevine girmesinin ardından, torununun 6 aylıkken bronşitten öldüğünü belirterek, “Evren, sadece oğlumun değil, torunumun da katili” dedi.
Cenazesi verilmedi
Oğlunun idam edildiğini gazetelerden öğrendiklerini, haberi duyunca cenazeyi almak için eşi ve çocukları ile cezaevine gittiklerini belirten Esendağ, köyde olay çıkabilir ihtimaliyle oğlu Halil’in cenazesinin kendilerine verilmeyip, İzmir’in Bornova ilçesi Pınarbaşı Hacılarkırı Mezarlığı’nda toprağa verildiğini kaydetti. Toker, oğlunun mezarına bile hasret bırakıldıklarını, 30 yıldır evlat acısıyla yaşadıklarını anlattı.
Gençlere acımadılar
Esendağ’ın annesi Mürüvvet Esendağ (74) da, yıllardır oğlunun hayaliyle yaşadığını, artık bu acıya katlanabilecek takatinin kalmadığını dile getirerek, “Oğluma çok acılar çektirdiler. İşlemediği suçları dayak zoruyla kabul ettirdiler. Ana yüreği bunlara nasıl dayansın. 21 yaşındaki gencecik evlatlara acımayan kanun, 80 yaşındaki ihtiyara da acımasın” diye konuştu.