Yazar Cemil Özyıldırım, Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu ve başyazarı Sedat Simavi’nin, Fuat Köprülü’nün Kıbrıs hakkındaki açıklamasına ‘Gaflet’ başlığı atınca başına nelerin geldiğini yazdı.
KIBRIS MÜCAHİDİ SEDAT SİMAVİ
20 Temmuz 2017’de, 1974 Kıbrıs Barış Harekatının 43. yıldönümüydü.
Asıl adı Mikhail Khristodolons Mouskos olan, 13 Ağustos 1913’de Baf’da doğan Baş Pisikopos Makarios’un kışkırttığı Rumların, Enosis sloganıyla adayı Yunanistan’a ilhak etme arzusu, Kıbrıs’ta ki Türkleri katliamlarla yok etme sonucunu doğurdu.
Bunun üzerine Ecevit hükümeti Milli Güvenlik Kurulunda aldığı Barış harekatı kararını ‘’Ayşe tatilde’’ parolası ile uyguladı. Amerika’nın karşı olmasına rağmen Türk ordusu, başta Makarios olmak üzere Kıbrıs Rumlarına, unutamayacakları bir ders verdi.
Bu kısa özetten sonra 1948 yılına uzanalım. Cumhuriyet döneminde en büyük ulusal sorunlarımızdan biri olan Kıbrıs meselesinde ilk adım, Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu ve başyazarı olan Sedat Simavi’nin basın tarihine de geçen mücadelesi ile atıldı.
Bu mücadelede Kıbrıs sorununu Hürriyet gazetesi ile kamuoyuna kabul ettirme çabası da vardı. Çünkü, halkın çoğunluğu Kıbrıs sorununu Türkiye’nin başına Hürriyet’in kurucusu ve başyazarı Sedat Simavi’nin sardığı inancındaydı.
Ancak aradan geçen sürede, Hürriyet’in güvenilir bir gazete haline gelmesi, yayınlarında tarafsızlık ve doğruluk ilkelerini ortaya koyması, Kıbrıs sorununu da Türk halkına benimsetti. 69 yıl önce Kıbrıs mücadelesinde Kıbrıs’taki Türklerin‘’Milli Şef’’ dediği Prof. Dr. Fazıl Küçük, daha sonra onun yetiştirdiği Dr. Rauf Denktaş’ın ardından bir Kıbrıs mücahidi de, Sedat Simavi olarak gösterildi. Zira Sedat Simavi, Yunanlıların güvenilmez bir millet olduğunu yaşadığı gerçeklerden yola çıkarak anlamıştı.
Bu gerçeklerden birini 1947 yılında Hürriyet gazetesi kurulmadan önce, Yedi Gün dergisini çıkardığı dönemde, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı iken yaşadı. Basın Yayın Genel Müdürlüğü bir grup Yunanlı Gazeteciyi Türkiye’ye davet etmişti. Davetlileri ağırlama işi Cemiyete verildi.
Pek az Rumca bilen Simavi, Yunan meslektaşlarına büyük ilgi gösterdi. Onların Türkiye’den iyi kanaatlerle ayrılması için elinden geleni yaptı.
O dönemde Anadolu Ajansında çalışan Hikmet Bil de, Gazeteciler Cemiyeti üyesi idi. İyi derecede Fransızca bilmesi nedeniyle, Yunan gazetecilere rehberlik görevini üstlendi. Dönüş için Yunan gazeteciler, İzmir, Çeşme ve Sakız yolu ile bir rota çizdiler. Sedat Simavi Hikmet Bil’den davetlilere Sakıza kadar eşlik etmesini istedi. ‘’Neden Sakız’a kadar’’ diye soran Bil’e, ‘’Babam Sakız mutasarrıfı idi. Mezarı da orada Müslüman mezarlığındadır. Dönüşte bana mermer kabrinin bir fotoğrafını da getirirsin. Sana mezarın krokilerini de çizip vereceğim’’ dedi.
Sedat Simavi’nin babası Hamdi Bey (1851-1907) hür fikirli, aydın bir insan olduğu için, ömrünü sürgün yerlerinde geçirmişti. O nedenle Sedat Simavi, babasından uzak yaşamak zorunda kalmıştı. Sakız Valisi Andon, İzmir’e gelerek, dönüş yolundaki heyete katıldı.
Hikmet Bil’e gelince, Sakız’da tüm soruşturma ve aramalarına rağmen Müslüman mezarlığını bulamadı. Ancak tesadüfen tanıştığı eski bir parlamenter, bu mezarlığın yıllar önce yok edildiğini, şimdi üzerinden karayolu geçtiğini söyledi. Hikmet Bil öğrendiklerini anlattığı Sedat Simavi ‘’Bu Vandallıktır’’ diye haykırdıktan sonra, hıçkırarak ağlamıştı.
Atina’ya dönen gazeteciler, Türkiye hakkındaki izlenimlerini ipe-sapa gelmez haberlerle yansıttılar. İzlenimlerine göre, İstanbul Rumları sefalet içinde idi. Patrik’e esir muamelesi yapılıyordu. Kostantin’in kahramanca öldüğü Topkapı surlarının dibinde, Çingeneler oynatılıyordu.
Bu yazılar Sedat Simavi’yi çileden çıkardı. ‘’ İzmir’de denize döktüğümüz Yunanlıların, tarihi emellerinden vazgeçtiklerini zannediyordum. Türkiye’yi yönetenlerin ve halkın onları iyi tanıyıp, gerçekleri iyi bilmesi gerekir.’’ diyordu.
Sedat Simavi tansiyon hastasıydı. Bir tansiyon krizi sonucu bir ayağı ve eline, biraz da diline biraz felç geldi. Hastalığı nedeniyle tedavi için İtalya ve İsviçre’ye gidiyor, o dönemde ne teleks, ne de faks olmadığı için başyazısını da ‘’Ekspres Air Mail’’ ile gönderiyordu.
Telefon ise, ancak aranan numaraların bildirilmesi ile saatler süren bir beklemeye neden oluyordu. Büyük oğlu Haldun, 24 yaşlarında bir genç olmasına rağmen, gazetenin yönetimini elinde tutuyordu.
Sedat Simavi bir ara dostları ile bir deniz seyahati planladı. Doğu Akdeniz seferi yapan Adana Yolcu gemisi ile yola çıkıldı.
İzmir, Beyrut, İskenderiye’den sonra, geminin demirlediği Kıbrıs Limasol’da dolaşmak için, yanına aldığı Hikmet Bil ile gemiden indi. Bir kahvede otururken etrafını çeviren Türkler, Rumlardan gördükleri baskı ve zalimane tavırdan şikayetçi oldular. Hele yaşlı bir Türk’ün anlattıklarını Sedat Simavi, gözyaşları içinde dinledi. O Türk ‘’ Aha işte’’ diye parmağı ile işaret ederek bir Türk köyünü işaret etti. Sonra devam etti. ‘’Yunan Polatlı’ya kadar dayandığında köylüler umutsuz kaldı. Açlık bir yanda, Rum, İngiliz bir yanda. Anavatandan tüm ümidini yitiren köylü Rum oldu. İmam da Papaz. Köyün camiini de kilise yaptılar’’.
Sedat Simavi bir yandan ağlıyor, bir yandan da ‘’Bu insanlar bizim canımız, ciğerimiz. Bu insanları Rumların insafına bırakamayız’’ diyordu.
İşte Simavi’nin Kıbrıs mücadelesi o günden sonra başladı. 1950 yılında 100 bin tirajlı Hürriyet, etkin gücü, okuyucusuna güven veren kurucusu ve başyazarının kararlığı ile Kıbrıs işini ulusal bir sorun haline getiriyordu. Sedat Simavi bu nedenle Kıbrıslılar, Batı Trakyalılar, İstanköy ve Rodoslular için bir idol haline geldi.
Birçokları doğan çocuklarına onun adını verdi. Adına okullar yapıldı, caddeler açıldı.
Buraya kadar anlatılanlar, Necati Zincirkıran’ın bire bir yaşadığı anılarından derlendi.
Necati Zincirkıran’a göre, Sedat Simavi’nin ölümü Kıbrıs mücadelesi yüzünden olmuştu.
Onu gerçek bir Kıbrıs şehidi olarak tanımlayan Zincirkıran 01/09/1960- 26/091962 yılları arasında Hürriyet’te sorumlu Yazı İşleri Müdürü, 27/09/1962- 30/06/1969 yılları arasında da Genel Yayın Yönetmenliği yapan, efsane bir gazeteciydi.
Onun döneminde Hürriyet Gazetesi 1 milyon tiraja ulaştı. 1950 yılında Yeni Sabah gazetesinde mesleğe başlayan Zincirkıran, 2.5 ay sonra aldığı teklifle Hürriyet Gazetesi’nin Beyoğlu muhabiri oldu. 1957 yılında Hürriyet’in Ankara büro temsilcisi olan Zincirkıran, Simavi’nin, her fırsatta yakınında bulunma şansını yakalayan ender insanlardan biriydi.
Necati Zincirkıran muhabirlik döneminde, 1952-1956 yılları arasında Sedat Simavi tarafından Ortadoğu muhabiri olarak görevlendirildi. Kahire merkez olmak üzere, Beyrut, Bağdat, Şam gibi körfez ülkeleri ile bağımsızlık savaşı veren Cezayir ve Kıbrıs’ta yaptığı röportajlarla ünlendi. Bu arada şimdi adı Doğan Haber Ajansı olan Hürriyet Haber Ajansını kurdu.
1969 yazında Hürriyet’ten ayrıldı, Günaydın Gazetesinin Genel Yayın Müdürü oldu. 1981-1986 yılları arasında, Anadolu Ajansı’nın Genel Müdürlüğünü yaptı.‘’İzmler nedir?’’, ‘’Hürriyet ve Simav İmparatorluğu’’ ‘Genel Yayın Yönetmeni’’ adlı kitapları bulunan Zincirkıran, evli ve iki çocuk babasıdır. Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak, sözü Necati Zincirkıran’a bırakırken, bir anısını da ondan dinleyelim:
‘’1952 yılında Sedat Simavi, Ortadoğu liderleri ile röportajlar yapmam için beni görevlendirdi. Dönüşümde de Kıbrıs’a uğramamı ve Makarios ile bir röportaj yapmamı istedi. Kıbrıs için vize İngiliz Konsolosluğundan alınıyordu. İngiliz Basın Bürosu Şefi John Hyde, Kıbrıs’ta ne yapacağımı sordu ve arkasından, ‘’Tarih verirsen sana yardımcı oluruz’’ dedi. Ancak başka yerlere de gideceğimi söyleyerek tarih vermeyince çok bozuldu. Kahire’den uçakla Kıbrıs Havayollarına ait 2 motorlu uçakla Lefkoşe hava alanına indiğimde, bir İngiliz enformasyon memuru beni karşılayınca çok şaşırdım.
Beni Lefkoşe’de bir Türk olan Fadıl beyle tanıştıracağını, Türklere ait portakal bahçelerini gezdireceğini, çevredeki madenleri göstereceğini söyledi. Fadıl beyle tanıştıktan sonra, konuşmaları hiç hoşuma gitmedi.
Yanlış bir yere getirildiğimi anladım. Ertesi sabah kendimi Lefkoşe Atatürk meydanına attım. Burada Hasan Rasim adlı bir tuhafiyeci ile tanıştım. Kendisine Hürriyet Gazetesi muhabiri olduğumu söyleyince ağlayarak boynuma sarıldı. Türkiye’den seneler sonra ilk gelen gazeteci olduğumu söyledi.
Rumların amacını anlatırken ‘’ Rumlar önce İngilizleri kaçırmak, sonra da Türkleri dilim-dilim doğramak istiyor‘’dedi. Beni Dr. Fazıl Küçük’e götüreceğini belirtti ve onun Halkın Sesi Gazetesinin sahibi, Türk Milli Birlik Partisinin Başkanı olduğunu anlattı.
Fazıl Küçük ile tanıştıktan sonra, onun gerçek bir vatanperver olduğunu anladım. Gazetesine yardım etme kararı aldık. Halkın Sesi Gazetesi Yazı Müdürü Ali Şakir ve Ahmet Yusuf’u Hürriyet’in Kıbrıs muhabiri yaptım. O dönemde Kıbrıs’ta ne bir gazete bürosu, ne de bir gazetenin muhabiri vardı. Gazeteler bile aylık veya en seri haftalık olarak geliyordu’’.
Necati Zincirkıran, bu arada Sedat Simavi’nin istediği Makarios röportajını da gerçekleştirdi. Patrikhanedeki odada gerçekleşen röportajını, Zincirkıran şöyle özetliyor:
-Neden sizin gazetenin başyazarı bana Kızıl Papaz diyor?
-Sizin açıklamalarınız var. Kıbrıs’ın bağımsızlığı için gerekirse koministlerle işbirliği yaparım diyen siz değil misiniz?
Ama ben burada koministler ile büyük bir mücadele içindeyim.
-Olabilir. Ama öte tarafta doğu bloku ülkeleriyle, sosyalistlerle de işbirliği içindesiniz. Kıbrıs’ın bağımsızlığı için mücadele verdiğinizi söylerken, diğer yandan enosis’i istiyorsunuz. Yani adanın Yunanistan’a ilhak edilmesinden yana tavır koyuyorsunuz. Bu ne biçim bir bağımsızlık?.
-Önemli olan halkımın kararıdır.
Necati Zincirkıran röportajın karşılıklı soru-cevaplarla bu minvalde devam ettiğini söylüyor. İstanbul’a dönüşündeki anısını şöyle anlatıyor:
‘’Sedat bey beni odasına çağırdı. Teşekkür etti ve çekmecesinden karton ambalaj içinde bir kravat çıkararak bana verdi. ‘Kıbrıs’ta neler oluyor?. Yakından izleyelim’’dedi. O İtalyan kravat hala gardırobumda değerli bir hediye olarak duruyor. Sedat Simavi’nin o dönemdeki görüş ve söyledikleri bugünün somut bir meselesi olarak duruyor. Bakın o ne diyordu.
’’Türkiye ve Yunanistan arasındaki bu sorun sadece Kıbrıs ile kalsa kolay. Her an sıcak bir savaşa dönüşebilecek. Ege sorununa ne dersiniz?. Yunanistan her fırsatta, her zeminde Türkiye’ye çelmeyi takıyor. Türkiye’nin düşmanları benim dostumdur diyor. Kürt terörü dahil, Türkiye içindeki tüm illegal faaliyetlere ve terör örgütlerine destek vermedi mi?. Bu sorunla ilgilenilmezse, orada Türklerin hayatı tehlikeye girecek. Aynen Girit gibi olacak. Kıbrıs elden gidecek’’ Sedat Simavi bugünleri görse herhalde çıldırırdı.
Evet o, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı Prof.Dr. Fuat Köprülü’nün aptalca bir sözü yüzünden 1952’dezaten çıldırmıştı. Fuat Köprülü bir dış seyahatin dönüşünde uçağı Atina havaalanına indiğinde Yunanlı gazetecilerinin bir sorusuna ‘’Türkiye’nin Kıbrıs sorunu gibi bir meselesi yoktur’’ cevabını vermişti.
Sedat Simavi’nin tepesini attıran bu söz, ertesi gün Hürriyet’te ‘’Gaflet’başlığı ile bomba gibi patlayacaktı.
SEDAT SİMAVİ KÖPRÜLÜ’YÜ BECERİKSİZLİKLE SUÇLUYORDU
Onun başlattığı kampanya 28 ekim 1953’de ağır ceza mahkemesinde suçlu koltuğuna oturttu. Felçli, rahat konuşamayan hasta bir gazetecinin suçlu parmaklıklarının arkasında yüce mahkemenin karşısına çıkarılmasının, onu sağlığını ne derece etkileyecekti, düşünebiliyor musunuz?.
En büyük korkumuz onun tevkif edilmesiydi. Her taraftan vatandaşlar da gelmişti. Ama çok şükür korkulan olmadı. Cemal Nadir sokaktaki binada odasına gelince, bir yakını ‘’Sedat sen de bu yazılarınla biraz ileri gitmişsin hani’’ deyince kükremişti ‘’Beni kanunlar haksız çıkarabilir. Fakat zaman aldatmaz ve aldatmayacaktır da’’ dedi.
Dava süresinde sağlığı iyice bozulmuştu 11 Aralık 1953’de 57 yaşında hayata gözlerini yumdu’’.