Kendimizi ne kadar saklarsak saklayalım, bu alanda ne kadar ser verip sır vermeyen bir fani olursak olalım, sonuçta bir hayat yaşarız. Ve bu hayatı da sosyal bir varlık olarak toplum içinde yaşamak zorundayız. Ve işte sonunumuz da burada başlar. Toplum içinde yaşamaya kalktığımız andan itibaren, iç dünyamızı öyle ya da böyle, az ya da sonuna kadar açmak zorunda kalırız. Ve diğer insanların bizim kim olduğumuza dair fikirleri olur.
Kendimizi korumak için bir miktar sırla yaşamak zorundayız çoğumuz elbette. İç dünyamızda anahtarının sadece bizde olacağı bir şatomuz var olacaktır her daim. Ancak o toplum içinde yaşamak yok mu? İşte o açar bizi... Umuma açılırız, şu ya da bu derecede. Zira yaşarken seçimler yapmak zorunda kalırız. Ve işte o seçimlerimiz ele verir bizi.
Evlilik için seçtiğimiz insanın kişiliği ele verir bizi. Neden bir başkasını değil de onu seçtik? Toplum araştırır bunu ve kişiliğimiz hakkında karar verir. Yaptığımız iş de bir ipucudur? Neden o meslek de diğerleri değil? Nelere gülüp, nelere hüzünleniyoruz? Arkadaşlarımız kim? Ne tür müzikten hoşlanırız? Hangi tür kitapları okuruz? Sanatla aramız nasıl? Dost olarak seçtiklerimizin kişisel özellikleri ne? Hangi sosyal sınıfa tabiyiz? Siyasi görüşümüz ne? Ahlak anlayışımızı belirleyen temel kriterler ne? Yeniye karşı tavrımız ne? Peki ya duygu dünyamız? Gizlemeye kalksak bile, bir bakış, bir el hareketi, duruş, vücut dili ele vermez mi, gerçek duygularımızı? Ya da şimşek gibi apansız çarpan bir aşk hali? O çok saklamaya çalıştığımız iç dünyamızı apaçık etmez mi bunlar? Ve yaşama bakışımız... Ve tarzımız...
Kaçamayız vesselam...
Seçimlerimiz ele verir kişiliğimizi, kaçamayız bundan...
***
BEYEFENDİ
Geçmişin yükü ve fotoğraflar
Çok uzun zaman geçti diye mırıldandı, önüne serdiği yüzden fazla fotoğrafına bakarken. Yirmili yaşlardan öncesine ait sararmış birkaç anıya baktı bir süre. Yüz hatlarındaki o solgun diriliği, canlılığı hüzünlü bir gülüşle karşıladı. Ve onları bir kenara ayırdı. Sonra diğerleri. Askerlik, İngiltere, evlilik, iş yaşamı, dostlarla neşeli akşamlar, kırlar, kentler, sokaklar, hüzünler, sevinçler ve bilumum insani halleri anlatan fotoğraflar. Başka bir kente taşınacaktı İstanbul'dan yıllar önce. Kitapları ve geçmişine ışık tutacak fotoları kolileyip apartman görevlisine emanet etti, bir süre sonra almak üzere. Ancak çok geçmeden belediyenin azizliğine uğradı Beyefendi...
Orta şiddette yağmur sel olup, kentin altyapısı berbat bir semtindeki apatmanı suyla doldurdu. O gece içine doğmuştu sanki başına gelecekler, yaşadığı sahil kentinde. Sabah erkenden telefona sarılıp görevliyi aradı. Aldığı yanıt berbattı:
"Abi senin emanetler apartmanın bodrum katındaydı. Sel hepsini mahvetti!"
"Anladım kardeşim" diyebildi ancak.
Anılar gitti diye geçirdi içinden. Hiçbir zaman özen göstermediğin anılardı bunlar zaten usta diye devam etti. Ancak kaybın da pek büyük değil bu durumda! Ne diye irkildi kendi sesinden! Ne demek kaybın büyük değil? Değil diye ısrar etti içindeki ses.
Kendini koltuğa bıraktı sıkıntılı bir halde.
Soru şuydu:
Neden kendini geçmişsiz bırakmak istedin?
Yanıt verdi kısaca, ağır ağır ve tıslar gibi...
Geçmişim ağır bir yük, taşınması çok zor. Fotoğraflarım çoğu asıl yaşamak istediğim hayata ait değil ne yazık ki. Geçmişim kendimi yenilememe engel oldu çoğu zaman. Artık 60 yaşına geliyorum. Beyazlarım daha çok. Kara sakallı gürbüz, ateşli, delifişek gençliğime bakmanın bir yararı yok. Uzak kalsın yoldaş hüzün... Ve sonra da dedi ki:
Ben hiçbir yere ait değilim. Hiçbir şey de bana ait değil. Ve hayat kısacık. Galiba mesele de bu...
***
İŞTE O KADAR
Daha az acı çekmek istiyorsan, sürüye katılmanda fayda var.
***
OKUYUNUZ
"Yüksek Pencere" Raymond Chandler'ın yedi romanından biri. Dedektif Philip Marlowe, değerli altın bir paranın peşinde koşarken, insanlığın, ülkenin, kentin ve bir ailenin kalbine yolculuk yapar. Eğlenceli, kederli, acımasız, şefkat yüklü ve çarpıcı bir yolculuk. Okuru günün gerçeklerinden koparıp, yaşamın gerçeklerine götüren bir yolculuk... Sadece iyi polisiye okurlarının değil, iyi edebiyat okurlarının da katılmaktan zevk alacağı bir yolculuk...