Seçim yasaklarına uygun bir muhasebe yazısı!
Sonsuz bir hayatın tarlasındayız... Bu hayat sona erecek; bugün, yarın, öbür gün.... Annenin babanın çocuğuna, kimsenin kimseye faydasının olmayacağı o güne inanıyoruz... Herkesin kendi derdine düşeceği o gün yaptıklarımızdan, yapmadıklarımızdan, yazdıklarımızdan, yazmadıklarımızdan, konuştuklarımızdan, konuşmadıklarımızdan sorguya çekileceğiz...
Bizim gibi düşünen ve yaşayan kalabalıkların çokluğu kurtarmayacak bizi... Belki bir yetim başı okşamış olmamız, belki de zalimin zulmüne karşı sayıca daha az da olsak ‘hayır’ deyişimiz tutacak ellerimizden...
‘Ama’ diye devamı getirilen kıvırma cümlelerinden putlar inşa eden olmayalım yeter... Neleri gördük değil mi; yazarlık hayatı boyunca Allah, kitap, peygamber yazıp, jübileyi ‘sübyancılık’tan yapanlar gibi... Önemli olan finaldir zaten.... Finaldeki hâl, bütün geçmişi sele kapılmış kütükler gibi götürür... Hükme yol açacak fotoğraf işte o fotoğraftır... Onun için son nefes, hayat boyu içimize çektiğimiz nefeslerin en kıymetlisidir... Ve onun için hayatı ibadetle geçirmiş birinin hâlâ en büyük dualarından birisi “Allah’ım imanımı bana bağışla” duasıdır...
‘Yalancılardan’ve ‘çalanlardan’ olmak kötüdür... Fakat o ‘yalancılar’a ve ‘çalanlar’a onay vermek ondan daha daha kötüdür...Tıpkı yolsuzluğun kötü, yolsuzluğun felsefeye kavuşmasının ise ondan daha kötü olması gibi... Hiçbir ibadetin üstünü örtmeye yetmeyeceği kara deliktir bu...
Helâk olan kavimlerle ilgili boşuna mı ikaz edildik ve korkutulduk? O toplulukların içinde abidler de zahidler de vardı... Ama iyiliği emretmediler, kötülükten sakındırmadılar ve sapık kavimleriyle birlikte helâk oldular... Bu ibretler bize boşuna mı nakledildi? Elbette hayır...
Ebu Zer nasıl da yalnız öldü? ‘Velev ki yapmış olsa diye’ başlanan bugüne ait o iğrenç cümlelerin sapık sahiplerinin yüzüne çağlar öncesinden tükürerek Hakk’a yalnız yürüdü... Sahi “Cihadın en güzeli zalim sultana yapılanıdır” buyuran Allah rasûlünün tebliğ ettiği dinin bağlılarıyla, haramı kutsayan şımarık kalabalıklar aynı maneviyata sahip olabilirler mi?
İman sahibinin haysiyeti metreyle, kiloyla, barla ölçülmez... Yakıtı haram olan zalimin zulmüne direnme kapasitesi herhalde en uygun ölçüdür... Yoksa doğruluğun teşhisi için iş kalabalıkların büyüklüğüne kalırsa Kerbelâ’da Hz. Hüseyin haksızdı!.. Kafkaslarda Şeyh Şamil haksızdı!.. Çegan tepesinde Enver Paşa haksızdı!.. Firavun karşısında Musa haksızdı!.. Hint yarımadasında ineğe tapanlar her daim haklı, Müslümanlar ise haksızdı!..
Tabii ki, o dizelerdeki gibi “Ne yapsalar boş/ Göklerden inen bir karar vardır”... O gün var o gün... İbrahim 42’de buyrulan “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma. O sadece onların gözlerinin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı zamana ertelenen” o büyük gün...
Enam 21’de ikaz edildiği üzere “Zalimler asla felâh bulamayacaklar”... Burada insanları farklı ve üstün kılan, onların sayısal çoğunluğu değil, Hud 113’te bildirilen “Zalimlere en küçük eğilim göstermeyin, yoksa ateş size de dokunur” emrine teslimiyet derecesi...
Topu topu bir ömrümüz var... “Ben şansımı tekrar denemek istiyorum” diyemeyeceğiz... O yüzden çok kıymetli... “Yanlış yaparsan seni kılıcımızla düzeltiriz” diyerek mi, yoksa zalimin kılıcını yalayarak mı geçiyor o ‘tek kullanımlık’ ömrümüz? Önemli olan bu sorunun cevabı...
Kalabalıklar her zaman doğruyu ifade etmez... Bazen yıkılmış bir Saddam heykeline hınçla fırlatılan terliklerdir kalabalık... Bazen de gücün zirvesindeyken sırtta taşınıp, son sahnede ayağına ip bağlanmış biçimde yerlerde sürüklenen Mussolini leşidir... İradesi Menderes’le birlikte ipe çekilirken sessiz kalana da kalabalık denir, cunta anayasasını büyük bir şevkle ezici çoğunlukla onaylayana da...
Sayısal üstünlük önemlidir ama hiçbir zaman doğruluğun en büyük delili sayılmaz, sadece matematiği ifade eder... Adil miyiz, değil miyiz? Haksızlık karşısında susan şeytan mıyız, değil miyiz? Zulüm ve hukuksuzluk kimden gelirse gelsin dikiliyor muyuz, yoksa zulmün sahibi ‘bizden’se onaylıyor muyuz? Akletmeye mi çalışıyoruz, yoksa ‘uydum kalabalığa’ diye niyet mi ediyoruz?
Bu sorulara tevile başvurmadan haysiyet ve izzetle cevap verebilenlere ne mutlu...