Seçim, sonuç ve şok!..

14 Mayıs seçimleri öncesinde kitleleri ikilemde bırakan tartışmalardan biri de "Erdoğan giderse ne olur" sorusuydu...

Ekonominin zaten yeterince sarsıldığı bir ülkede, piyasalar da yeterince denetlenemediği için fiyat anarşisi önlenememiş, döviz uzun süre kontrol altında tutulsa da, maaşlara yapılan zamlar bile toplumun büyük bölümünün alım gücünü koruyamamıştı...

AKP'nin 21 yılı aşkın iktidarı karşısında Millet İttifakı "seçenek" olmaya çalışırken ve Kılıçdaroğlu'nun altı partiyi bir araya getirmesi toplumun bir kesiminde "umut" olarak görülürken, diğer taraftan da "koalisyonlar sorun olmaz mı" şeklindeki ikinci bir soru seçmenin kafasına oturmuştu...

İşte 14 Mayıs seçiminde sadece metal yorgunluğundaki AKP'liler değil, iktidarın 21 yıllık icraatlarından yorulan kitleler de bu iki soru üzerinden oylarını nasıl kullanacağını düşünüp durdular...

"Erdoğan giderse kötü mü olur, koalisyon gelirse iyi mi olur" şeklindeki o sorular hem medyada, hem anket firmalarında, hem de siyasi çevrelerde uzun tartışmalara yol açsa da, "istikrar" üzerinden yürütülen algı operasyonu AKP'ye yaradı ve Erdoğan bir kez daha Meclis çoğunluğu ile birlikte cumhurbaşkanlığını da kazandı...

Deprem bölgesinde evleri, iş yerleri yıkıldığı için umutlarını siyasete değil, devlete bağlayan kitleler de istikrar algısı üzerinden Türkiye genelinde Erdoğan'a en çok oy verenler oldu... Deprem bölgesindeki bazı kentlerde AKP'nin oyu yüzde 75'e ulaştı...

Kılıçdaroğlu'na iki turda dört puan fark atılmasına dayanak olanlar, ülkede yönetim değişikliği isteyen yüzde 48'lik kitleye rağmen sadece istikrar iddiasına sarılmadı, hayat pahalılığının milyonlarca insanı ezmesini de göz ardı etmekten kaçınmadı...

SANDIK, UMUT, GERÇEK...

Türkiye, sadece medyasıyla, bürokrasisiyle, iş dünyasıyla ve siyasetiyle ilginç bir ülke değil...

Sosyal mecralarla yandaş-candaş medya ikileminin de katkısıyla siyasetteki gidişatı dikkatle izleyen bir halk topluluğu var ki, şüphesiz yarısından fazlası da ilginçlikten öte tanımlamaları hak ediyor...

Erdoğan'ın partisine tıpkı İstanbul'un kıyı şeritlerinde olduğu gibi, Akdeniz, Ege sahilleri ile Trakya'dan yüksek oy çıkmasa da, bu bölgelerde yaşayan yüksek gelirli kitleler dışında AKP'yi genellikle yoksul ve dar gelirli milyonlarca insan ısrarla iktidarda tutmaya devam etti...

İşte o kitleler sadece bir ekmekle bir simidin altışar liraya satıldığı, gıda maddeleri fiyatının bir yıl içerisinde yüzde 100-300 arasında yükseldiği, milyonlarca insanın zeytin, yumurta, et alamaz hale geldiği bir ortam dışında, sel, salgın, deprem gibi felaketlerin yıkıcılığına rağmen Erdoğan'ı bir kez daha tercih etmişlerse, işte sadece siyaset bilimcilerinin değil, sosyologların da üzerinde çalışması gereken bir tez konusu ortaya çıkmıştır...

Bu tezin konusu çok çarpıcıdır; işsizlikten, açlıktan, torpil, liyakatsizlik rezaletlerinden, yolsuzluklardan, pahalılıktan, geçim sıkıntısından ve sosyal bunalımlardan yakınan milyonlarca insan nasıl oldu da 21 yıldır ayakta tuttuğu bir iktidarın tekrar peşinden sürüklenebildi?..

Erdoğan'a bu amansız desteğin tek gerekçesi, başta CHP olmak üzere tüm muhalefetin 21 yılı aşkın süredir "seçenek" yaratamaması olmamalı...

Ne düşündü acaba Erdoğan'a oy veren yüzde 52'lik kitle?.. "Geçim sıkıntısı çeksek de, aç kalsak da, istikrar sürsün ülkede" demek mi istediler?..

Yoksa Erdoğan fanatiği kitlelerin büyük bölümü de tarikat ve cemaatlerin düşündüğü gibi, dinin siyasete alet edilmesi algısı üzerinden AKP'ye bir kez daha teslim olmak zorunda mı kaldılar?..

DÖRTNALA KOŞAN "İSTİKRAR!.."

Yukarıdaki sorular için çarpıcı yanıtlar aramaya gerek yok...

Toplumun bir kesimi elbette ki Erdoğan'ın icraatlarına sımsıkı sarıldı, büyük bölümü HDP'nin muhalefete desteği ve PKK'nın da kışkırtmalarından ürkerek AKP'ye tutunmak zorunda kaldı...

Evet; yüzde 52'lik kitlenin bir bölümü de hiç şüphesiz koalisyonlardan çekinerek "istikrar" algısı üzerinden, istemeyerek de olsa AKP'ye bir kez daha oy verdi ama piyasayı son günlerde teslim alan büyük şoka ne demeli?..

Yani, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun hemen ardından, Bakanlar Kurulu daha açıklanmadan marketlerde bir kez de hortlayan fiyat anarşisindeki istikrar (!) neyin nesidir?..

Ve en önemlisi de, sadece gıda maddelerinin son bir hafta içerisinde yüzde 40 zam görmesi değil, son altı ayda sigaraya yapılan zammın yüzde 30'a ulaşması, akaryakıta yapılan yeni zamlar yetmezmiş gibi, doların bir hafta içerisinde neredeyse iki lira değer kazanmasının ardından çığlık gibi duyurulan "yeni zam dalgası"nın gelişi nasıl bir kaosun habercisi?..

AKP iktidarının, seçim öncesinden itibaren dövizi frenlediği çok iyi bilinirken ve geçen haftadan itibaren altın ve döviz fiyatlarında ipler serbest bırakılırken, dün bir Amerikan dolarının 23 lirayı aşması, bu ülkenin 100. yıla ekonomik krizle gireceğinin işareti değil mi?...

Mehmet Şimşek'in Hazine Bakanlığı'na atanması ekonomideki darboğazı nasıl aşar bilinmez ama, bir Euro'nun da 25 lirayı aştığı bir ülkede, ekonomik kaosu durdurmak için sihirbaz olmak da yetmeyecek, siyasi deha olmak da...

Erdoğan önceki gün neye dayanarak, "enflasyonu ve hayat pahalılığını gündemden çıkaracağız" dedi bilinmez ama, dövizdeki çılgınlığın "istikrar"lı biçimde büyüdüğü bir ülkede, "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" deyimi dörtnala koşmaya devam edecek... O zaman vay memleketin haline!..

Yazarın Diğer Yazıları