Savaş ve blöf!

Her ne kadar, yazının başlığı Tolstoy’un ünlü “Harp ve Sulh” eserinin ismini hatırlatıyorsa da, aslında sorunun çok “derin” ve “tehlikeli” boyutları bulunuyor.
Öncelikle, diktatör Esad’ın hiçbir şekilde tasvip edilmediği hatta her fırsatta kınandığı bir Türkiye ikliminden bahsetmek gerekiyor.
Gerçekten, belki de ülkemizde herkes Suriye Devlet Başkanı’nı, değil bir yıl, uzun süredir endişeyle izliyor. Yani, halkına karşı zaman zaman giriştiği “zalimce” davranışları kimse kabullenmiyor.
Ne var ki, Esad’a olan bu “nefret” hiçbir zaman Suriye halkını kapsamıyor. Çünkü, tarihi dostluk, komşuluk hatta akrabalık ilişkileri bunu gerektiriyor.
Gel gör ki, “Arap Baharı” faciasıyla, Esad’a karşı başlatılan “istemezük” tavırlarına, bihaber-bigünah Suriye halkı da karıştırılmak isteniyor.
Soruna, objektif bir gözle bakıldığında, diktatör Esad’ın, bütün çabalara rağmen, ayakta durduğu ve ayaklanmaları yavaş yavaş ve yer yer bastırdığı en azından direndiği görülüyor.
Bu arada, muhaliflerin de, ikiye hatta üçe bölündüğü haberleri yayılıyor. Yani, diktatör Esad’a karşı girişilen başkaldırışın akıbeti meçhule doğru yol alıyor.
Diktatör Esad’ın yıkılmamasının yanı sıra, siyasi alanda da özellikle Rusya, Çin ve İran tarafından desteklenmesi, dikkatleri çekiyor.
Türkiye için, bir “çıkmaz” halini alan bunalımın yeni bir boyutu yaşanıyor.
Her şeyden önce, Suriye’nin Türkiye ile değil şimdi uzun yıllardan beri savaşa girmek istemediğini hatta bundan çok çekindiğini ve korktuğunu belirtmemiz icap ediyor.
Muhaliflerle, ölüm kalım mücadelesi veren diktatör Esad’ın, Türkiye ile değil bir savaşı, bir çatışmaya girmeyi bile göze alacağını hiçbir mantık kabul etmiyor.
Kaldı ki, her bakımdan Türkiye’nin üstünlüğü diktatör Esad’ı tedirgin ediyor.
Hal böyle iken, Suriye’nin top mermilerinin sapmasını veya menzillerinin dışına düşmesini bir savaş nedeni veya “çığırtkanlığı” saymak hiçbir kurala ve mantığa uymuyor.
Tabii ki, yanlışlıkla da olsa, sapma da olsa Suriye top mermilerinin topraklarımıza düşüp masum vatandaşlarımızı şehit etmesinin, hesabını sormak hepimize düşüyor.
Nitekim, gecikmeli olsa bile, yapılan “misilleme” belki Suriye’nin aklını başına getirecek ağırlık taşıyor.
Unutulmamalıdır ki; özellikle, “tezkere”yi kullanarak Suriye’ye karşı bir askeri harekâta girişmek, bölgede büyük ir yangının çıkışına neden olmak anlamına geliyor.
Bu arada, “caydırıcılık” ve “blöf”ün birbirine karıştırılmaması da büyük önem kazanıyor.
Suriye’de diktatör Esad’a karşı baş kaldırış harekâtında, ne yazık ki, topraklarımıza daha çok mermilerin düşmesi ihtimali bulunuyor. Her seferinde bunu, savaş kışkırtması veya sebebi saymak kurallarla pek uyuşmuyor.

Yazarın Diğer Yazıları