Savaş bir gece ansızın mı başlayacak?

Savaş bir gece ansızın mı başlayacak?

Recep Muhlis Gür yazdı: Savaş bir gece ansızın mı başlayacak?

Yer: Ankara

Mevki: Cumhurbaşkanlığı konutu

Konutta iki kişi… Konuşanlar Cumhurbaşkanı ve Başbakan.

Cumhurbaşkanı hararetle konuşuyor ve bir konuyu Başbakanın kafasına yerleştirmeye çalışıyordu. Üstelik öyle ki, muhatabının ikna olması için bazen ayağa kalkıyor, konuşuyor, bazen öteki koltuğa geçip konuşuyordu. Tam bir beyin yıkama metodu. Sonunda;

C. Başkanı: Yarım saattir anlattığım gibi Irak’a yani Musul’a girmemiz lazım. Anlattıklarımı iyi anladın değil mi?

Başbakan: ...!!??

Başbakan mum gibi olmuştu. Kendisini bu mevkiye getireni biraz kırmamak, biraz da renk vermemek için şaşkınlığını ve korkusunu gizleyerek “evet” anlamında kafasını sallamıştı.

C. Başkanı: Öyleyse yarından tezi yok, Bakanlar Kurulunu topla ve kararı alın. Biliyorsun bu konuda bakanların da imzaları gerekiyor. Ayrıca ben yazılı emrimi de Genelkurmaya yarın sabah göndereceğim. Merak etme senin arkandayım.

Esasında Başbakanı kendi yerine tayinle getiren Cumhurbaşkanı idi; ve bu sebeple ona her dediğini yaptırabiliyordu.

Ama o kadar da değildi, her ne kadar konu kendisini korkutsa da rengini belli etmedi Başbakan, ikna olmuş gibi göründü ve konuttan ayrıldı. Zira o günlerde kamuoyu iklimi de başka bir devlete askeri operasyon için hazırlanmamıştı. Bu iş, macera gibi bir şeydi.

***

Cumhurbaşkanı rahatlamıştı. Planının birinci hamlesini istediği gibi sonuçlandırmıştı. Fakat gerçek öyle miydi?

Başbakan makam otosuna biner binmez, şoföre;

- Acele Genelkurmaya gidiyoruz, dedi.

Makama vardığında sinirli ve el kol hareketleri yaparak ve sesini yükseltip alçaltarak öyle hararetle konuşuyordu ki, konuşmasının çoğunu ayakta yapmıştı. Adeta hop oturup hop kalkıyordu. Öyle ki, zamanın Genelkurmay Başkanı da onun bu haline şaşırmıştı.

Olan biteni hararetle anlattı.

- Bir koyup üç alacakmışız; Irak’a girmemizi istiyor! Haberiniz olsun, ben bu işte yokum!

İşte şimdi rahatlamıştı. Kahvesini rahatça içebilecekti.

***

Evet, sevgili okuyucular, o günleri bilenler olayı hatırlamıştır. Tarih, 1990 senesi ve Körfez Savaşı zamanı. Cumhurbaşkanı, Turgut Özal, Başbakan da Yıldırım Akbulut idi. Ve bu olayı bilen bir dostum bana anlatmıştı.

Bilindiği gibi zamanın Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay da bu konuya taraftar olmadığı için ani bir kararla emeklilik dilekçesi vererek görevinden ayrılmıştı. Böylece Başbakanın harekete geçmemesi ve Torumtay’ın bu tavrı Özal’ın planını bozmuştu.

***

Gelelim günümüze,

Evvelki gün bazı gazetelerde manşetten çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suriye’nin parçalanmasına, üniter yapısının bozulmasına rıza göstermeyiz. Bu konuda risk görürsek gerekli adımları süratle atarız. Bir gece ansızın gelebiliriz.” sözü yayımlanıyordu.

Erdoğan, iki sene kadar önce de Yunan adalarının silahlandırılması ile ilgili bir soruya cevap verirken yine “Bir gece ansızın gelebiliriz.” demişti.

Biliyorsunuz bu söz, “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece ansızın gelebilirim” diye başlayan şarkıdan ilham alınarak bir kinaye olarak söylenmektedir.

Diğer taraftan geçtiğimiz yıl 30 Haziran Pazar günü gazetelerde bir haber yayımlanıyordu; ve haber aynen şöyle idi:

“Son dakika haberi... Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmeliğe göre 1990 tarihli “Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü” yürürlükten kaldırıldı. Yerine “Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği” yayımlandı. Seferberlik ilan etme yetkisi bakanlar kurulundan alınarak cumhurbaşkanına verildi.”

Esasında değişikliğin temeli Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesinden sonra 2018'de yapılmış ve 1983 yılına ait Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu'nda, seferberlik ilanı yetkisine dair 10. maddedeki, "Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra" ibaresi çıkarılarak "Cumhurbaşkanı" şeklinde değiştirilmişti.

Evet, 35 yıl sonra savaş haline karar verme yetkisi Bakanlar Kurulu devreden çıkarılarak Cumhurbaşkanına veriliyordu.

Tabii ki bu arada Anayasa’nı 92. maddesine göre en kısa sürede Meclisin onayı gerekiyor. Cumhurbaşkanı sadece TBMM’nin tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması halinde tek başına karar verebiliyor.

Peki, buna neden gerek duyulmuş olabilir ki, Cumhurbaşkanının bizzat tayin ettiği bakanlara güvenilmiyor mu da böyle bir değişikliğe gidiliyor?

Hukukun “Kanunlar ihtiyaçtan doğar” kuralını düşünürsek, böyle bir değişiklik hangi ihtiyaçtan dolayı alınmış olabilir ki?

Osmanlı Devletinde bile sefere çıkma kararı Divan-ı Hümayun denilen Padişah divanı ile alınırdı. Buna Sefer divanı denirdi.

Sadrazam, kubbealtı vezirleri, Rumeli beylerbeyi, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ile vezirlik rütbesine sahip yeniçeri ağası ve kaptan-ı derya da divanın asli üyeleri arasında yer alırdı.

Padişahlar yapılacak savaşın ne getirip götüreceğini, divan vezirleriyle/bakanlarıyla enine boyuna müzakere eder ve sonunda kararlarını verirlerdi.

Bu, Osmanlıda böyle olduğu gibi taa eski dönemlerde dahi hemen hemen bütün krallıklarda dahi böyleydi ve buna “Savaş Meclisi” denirdi. Zira böyle yapmakla kral dahi savaşın sorumluluğunu nispeten üzerinden atmış olurdu.

***

Bakınız Bu konuda Prusya/Alman Kralı Frederik ne demiş:

“Bana alınması lazım gelen tedbirleri devlet adamlarım, müşavirlerim haber verirler. Ben de onları tetkik eder, tercih eder, kararımı verir, tatbik ettiririm. Zaferlerimi de bizzat başında bulunduğum ve değerli kumandanlarıyla vasıta ve imkânlarına elimden gelen hizmeti esirgemediğim ordum temin eder.”

Krallar bile böyle yaptığına göre 21. asırda biz neden yapmıyoruz ki? Bir defa, en başta, konuyu en iyi değerlendirebilecek konumda olan Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Genel Kurmay Başkanının görüşleri alınmalı değil mi?

Yedi ay kadar önce ilgili yönetmeliğin yayımlandığı sırada basının fazlaca dikkatini çekmeyen bu değişiklik konusunda sadece Cumhuriyet Gazetesinden Özdemir İnce’nin makalesine rastlamıştım. Adı geçen de makalesinin bir yerinde aynen,

“Bu gidişle R.T. Erdoğan bir gece yarısı kararnamesi ile Patagonya memleketine savaş ilan eder mi?” diye sitemkârâne soruyordu.

Bizler elbette Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı makamına ve şahsına saygılıyız ancak işin tabiatı gereği böyle bir uygulamanın yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. En başta Cumhurbaşkanlığı müşavirlerinin bunu dile getirmeleri gerekmez mi?

Bu husus, ayrıca Anayasanın 2. maddesindeki demokratiklik ilkesine de aykırıdır.

Genciyle yaşlısıyla koca bir ülkenin bütün insanlarının mal ve canını ilgilendiren hatta diğer ülkeyi de aynı şekilde ilgilendiren bir savaş kararı nasıl böyle alınabilir ki? Gerçi arkasından meclis onayı alınıyor ama böyle bir kararın arkasından kamuoyunu oluşturan basın yayın organlarının, ya, lehte estirecekleri havayla, meclis alınan kararı onaylamak zorunda kalırsa?

Kaynaklarda 2. Dünya savaşı sırasında Churchill’in verdiği bir savaş kararı aynen şöyle anlatılır:

***

“Bir keresinde hiçbir kanuni esasa dayanmayan bir kararla umumi seferberlik emrini ilan etti. Yirmi dört saat sonra, kabine, bu yerinde alınmış, fakat gayri nizamî olan kararı tasdik ediyor ve birkaç saat sonra İngiltere harbe girmek üzere hazırlığını yapmış bulunuyordu. Bütün memleketi saran bir heyecan kabine azalarına da sirayet etmişti; Churchill şaşırmıyor, vazifesinin başında bu büyük hadisenin gelip çatmasını heyecan ve irade kuvveti ile bekliyordu.”

Bu özelliğinden dolayı Winston Churchill için kaynaklarda, “Winston, evvela işi yapan ve o iş hakkındaki kararı sonradan veren adam” diye söz edildiği anlatılır.

Şimdi de şu, bir önceki yazdığım “Hepimizi öldürecekler! 3. Dünya Savaşına doğru…” başlıklı makalemden yaptığım alıntıyı bir okur musunuz:

“Dostlar, olaylar hiç de onların çoğunun televizyonlarda anlattıkları ve köşelerinde yazdıkları gibi gerçekleşmiyor.

Bir defa şunu ortaya koyalım; apayrı kıtalarda devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı ile Ortadoğu’daki İsrail-Gazze ve diğer savaşlar birbirinden bağımsız değillerdir. Aynı merkezden yönetilen ve yönlendirilen savaşlardır. Aynı eller, ilgili yönetimlere ne yapmaları gerektiği yönünde telkinler vermekte ve ilgililer de bunları uygulamaktadırlar.

Yani açıkçası olaylar sermayedar kodamanların televizyonlarının, gazetelerinin söylediği gibi gelişmiyor. Bize tiyatronun görünen yüzü seyrettiriliyor ama perdenin arkasından haberimiz yok!

Şimdi soralım; Biden füzelerin kullanımında Ukrayna’ya onay verirken bu kararı aniden kendi başına mı vermiştir? Yetkili kurullarından ve Senato’dan onay almış mıdır? Almışsa Amerika’nın hangi menfaatini düşünerek karar verilmiştir?

Kaynaklarda, Amerika Birleşik Devletlerini Birinci Dünya savaşına girmesinde başrolü oynayan Başkan Woodrow Wilson’un Anayasayı ihlal etmesine ve halkın % 87’sinin karşı çıkmasına rağmen ABD’yi bu savaşa soktuğu yazılmaktadır.”

Bizler illaki, bizde de böyle olabilir demiyoruz ve Cumhurbaşkanlığımıza da saygılıyız ama böyle önemli bir kararın tek kişiden çıkmasının kararı vereni dahi zor duruma sokma ihtimalinin altını çiziyoruz.

***

Kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet’in bu konudaki görüşü şöyle anlatılır:

“İnsanlar fikir, anlayış ve zekâ bakımından ne derecede ileri olurlarsa olsunlar bu meziyetler, kendilerini başkaları ile müşavere etmekten geri bırakmamalıdır diyen padişah, Peygamberin dahi bundan müstağni kalmadığını ve böyle yapılmasını tavsiye ettiğini söylemiş, onun için ortaya atacağı mesele üzerinde fikirlerini açıkça ifade etmelerini meclistekilerden istemişti.”

Yüce Allah Kur’an’da peygamberine, “Onları affet! Bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış” diyerek istişare etmenin faydasını bize anlatıyor.

Yine Kur’an’da Yüce Allah Sabâ Melikesi Belkıs’ın diliyle şöyle buyuruyor:

“Belkıs/dedi ki; Ey ulular! Bu işimde bana bir fikir verin... Siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam!”

Bir Türk atasözü “Bir akıl yaza mı yetsin, kışa mı?” der, neresinden bakılırsa bakılsın bir insanın kendi görüşündeki isabet derecesinde bir eksiklik bulunur. Eğer başkalarıyla görüşür ve tartışırsa bu eksiklik giderilir.

Napolyon, bir konuşmasında, “Ben müzakere ederim” diyor. Kaynaklarda bu dahi adamın zamanının dörtte birini müzakere ile geçirdiği anlatılır.

İnsanın kendi görüşüyle baş başa kalıp sonunda pişmanlık duymasındansa, işlerinde zorluklarla karşılaştığında bilen kimselerin görüşlerine müracaat etmesi daha iyidir. Bunun için Montaigne, “Hiçbir akıl, başka bir akla dayanmazlık edemez” demiş.

***

Kıymetli dostlar, önceki makalelerimde de ısrarla yazdığım gibi şu anda Rusya-Ukrayna Savaşıyla başlayan 3. Dünya savaşının ortasındayız. Yüce Allah korusun savaş istenmez ama Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın da zaman zaman ifade ettiği gibi Türkiye son zamanlarda Siyonistlerin güdümündeki Amerika-İsrail ikilisinin düşmanca tavırlarına muhatap olmuyor mu?

O halde hazırlığımızı sağlam yapmamız gerekiyor. Bu yanlıştan dönülmeli ve karar değiştirilerek bakanlar kurulunun da imzası olduğu Milli Güvenlik kurulunun görüşünün de alındığı eski hale dönülmelidir.

Bu yazıyı “Liderin Kitabı” isimli eserimde yazdığım veciz sözlerimle bitirmek istiyorum:

Hâkimin kararı önemlidir; insanların hürriyetini etkiler. Doktorun kararı da önemlidir; insanın hayatını etkiler. Ama bir Liderin kararı daha önemlidir; zira o, binlerin milyonların her şeyini etkiler.

Sana gerçeği söyleyenlere kulak ver.

Zor kararları tek başına veren, işin sonunda da tek başına kalır.

Yol göstereni olmayan doğru yolu bulamaz.

Sormamak, danışmamak aklı köreltir; ama istişare aklı cilalar.

Pişmanlığın girdabına düşmeden sor.

En doğru karar; geçmişi bilen akıl, yıllanmış tecrübe ve yeterli müzakereyle alınır.