Sanatçı ve eseri

Sanatçı ve eseri

Birkaç gün önce üç önemli yazarın düşünce dünyalarında ufak bir gezintiye tanıklık ettim, gecenin içinde. Ve zihnimde yer bulan bazı cümleleri paylaşmak istedim... Ünlü İtalyan yönetmen Fellini, seyretmekten keyif alabileceği filmler yaparmış. Yazar dediğin ise okumaktan keyif alacağı kitaplar yazarmış. Yazar ayrıca bir öğretmen, kanaat önderi, aydınlatıcı olmalıymış. O var olanı, yaşananı, yaşanması olası olanı, insanı, hayatı deneyimlerinin süzgecinden geçirip aktarmalıymış. Hikayeci, şair, önce yaptığından kendisi büyülenmeliymiş. Bir heykeltıraş, kendi yaptığı heykele aşık olabilmeliymiş. Sanat bir adanmışlık işiymiş. Yazar, yalın, yürekten ve cesurca yazmalıymış. Ve yazar, hayatı nasıl yaşıyorsa, sözü de üç aşağı beş yukarı öyle yazarmış. Hiç bir eser, bir yazarın hükümranlık alanından çıkamazmış derler. Ama istisnalar da olurmuş. Bazı romanları sürükleyen karakterler, yazarın da romanın da önüne geçebilirmiş zamanla. Çok önemli sanatçılar yoksulluk içinde göçüp gitmiş bu dünyadan, ama geçerli nedenleri de varmış bu işin. Bir sanatçı, en iyi olduğu alanda ürün vermeliymiş ve tümüyle kendi özgü bir tarzı olmalıymış. Bu tarçzı yaratamazsa kesin bir yenilgiye uğraması kaçınılmazmış. İnsanın en temel dürtülerini, duygularını, iç yolculuklarını dile getirirsen, zamana karşı koyma olasılığın yükselirmiş.

***

BEYEFENDİ

Yalın, saygılı, zekice, zarif...

Yıllar önce, bir cümle çalınmıştı kulağına: Bazen tarz, özün önüne geçebilir. Ve şaşırmıştı.  Nasıl olabilirdi? Efendim, diyalektik materyalizm. Gerçekçi olmak lazım. Neden-sonuç ilişkileri. Öz belirler. Sözün kendisidir önemli olan, söylenme tarzı çok geriden gelir. Zihni bunlarla doldu. Ama zamanla, hayat gibi söz de daha karmaşık bir halde artık diye düşündü. İnsan ruhunun gizemine doğru yolculuk ilerledikçe, tarzın önemi giderek öne çıkar oldu. Ve dendi ki, bir fikri, bir projeyi uygun bir tarzda anlatmayı başarabilirsen, muhatabını ikna etme oranın yüzde yüze yakındır. Fikrinin, projenin sağlam olması şart elbette. İyi de diyorsun sonra, bu sağlam fikir, uygun bir tarz bulunup da kitlelere anlatılamadığı takdirde, benimsenmez ve zamanla da adı bile unutulup gider.

Ve bir şeyi daha dikkatle not etti Beyefendi zamanla. Sözün, fikrin, projenin en az kendisi kadar, onu dile getirene de bakmak gerek. Zira güvenmediğimiz birinin edeceği en sağlam kelam bile bir değer taşımaz.

Ve sonra post modern zamanlar... Ve  yeniden düşünürken bu konuyu, bir iki kelam daha etmenin gertiğine karar verir. Artık, öz ve tarzın birinin önde ya da geride olması önemli değil. Zira ortada derinlikli, karmaşık bir durum var. Bir; söz, proje, fikir sağlam olmalı. İki, bunları dile getiren kayıtsız şartsız güven vermeli. Üç, bu üçlü zamanın ruhuna uygun olmalı. Dört; üçlüyü dile getiriş tarzın yalın, zarif, zekice, saygılı olmalı.

"İşte bu" dedi Beyefendi bahsi kapatırken, "söz çok önemli, ama..."

***

İŞTE O KADAR

Türkiye'de her şey olabilirsiniz, ama rezil olamazsınız.

Murathan Mungan

***

OKUYUNUZ

Babasını kaybeden Samantha'nın tek isteği, onun hatıralarını sonsuza dek yaşatacak bir hikâye yazabilmekti. Bunun için Oxford'a gittiğindeyse her şey bir anda değişti. Babasına ait kayıp kitaplar ve el yazması notlar, gizemli bir şekilde ortaya çıkıyordu. Samantha kibirli profesörü Orville'in de yardımıyla aile sırlarıyla dolu bu edebi bulmacayı çözmek zorundaydı...  "Üst Kattaki Deli Kadın" keyifli bir roman...