San'at dünyasında bir hadise: Elveda Rumeli
Son yıllarda Türk sineması ayağa kalktı. Özellikle televizyon dizilerinde çok önemli başarılara ulaşıldı. Türkiye’de hemen hemen her şeyin kötü gittiği düşünülürse bu başarıların önemi daha da artar. Osman Sınav’ın Deli Yürek ve Kurtlar Vadisi ile başlattığı süreç Elveda Rumeli ile doruğa ulaşmıştır. Yıllardan beri hayalini kurduğumuz Türk’ün tarihine yönelik yeni diziler için de artık ümitlenebiliriz. Ben iki konunun hayalini kurdum hep. Anadolu ve Rumeli’nin bölge bölge, şehir şehir vatanlaşması ve Rumeli’nin kaybı. Bu konular, aylarca sürecek olan dizilerde veya ayrı ayrı filmlerde, insan ilişkileri de ihmal edilmeden, destani bir anlatımla işlenmeliydi. Western filmlerinin, Amerikan topraklarının vatanlaşmasını işlediği gibi. Afrika kökenli Amerikalıların hayatını nesil nesil işleyen Kökler dizisi gibi. Hayallerimden ikincisi Elveda Rumeli ile gerçekleşti.
Bence Elveda Rumeli, Türk televizyon tarihinde çok önemli bir hadisedir. Kelimenin gerçek anlamıyla bir hadise. Eğitim sistemimizin çocuklarımıza bir türlü öğretip benimsetemediği, san’at dünyamızın ve basınımızın ilgisiz kaldığı tarihimiz nihayet bir yerinden yakalandı. Zaferleriyle ve acılarıyla muhteşem bir tarihe sahibiz. Orhun vadisinden, Çin seddinden Avrupa’nın, Afrika’nın ve Hindistan’ın ortalarına kadar uzanan bir coğrafyada binlerce yıl süren son derece meraklı sahnelerle dolu, görkemli bir tarih. Nihayet bu tarihi bir yerinden yakaladık.
Genel yönetmen Serdar Akar, yönetmen Doğan Ümit Karaca, proje tasarımcıları Serdar Akar ve Tarkan Karlıdağ ne kadar övülse azdır. Senaryo, müzik, dekor, kostüm... Hiçbirinde eksiklik yok. Birkaç muharebe, silahlı çatışma, top atışı ve Rumeli elimizden çıktı. Yok böyle bir şey. Dizide gerçek bir insanlık dramı var. Bir kasabanın, bir ailenin içinden yakalanan gerçek bir insanlık dramı. Osmanlı’nın adaletli yönetiminde yüzlerce yıl yan yana yaşayan insanların birbirine düşman olması, sevgiler, nefretler... Sütçü Ramiz ve karısı Fatma’nın, tam da 19. yüzyılın sonlarında olması gerektiği gibi birbirlerine bağlılıkları, hayal kırıklıkları içinde zaman zaman birbirlerini suçlamaları; birbirinden güzel üç kızın çile dolu aşkları; bütün köy ve kasaba ahalisinin ilişkileri...Yardımlaşmalar, zaman zaman isyanlar... Ortak ve acı bir kadere doğru yürüyüş. Bütün olaylar dönemin gerçek dekoru içinde, sanki biz de orada ve o günlerde yaşıyormuşuz gibi, gerçeklik duygusu uyandıracak şekilde örülüyor. Terzi dükkânı, kasap dükkânı, kahvehanesi, camisi, kaymakamlık binası ile; Ramiz’in süt ineciği, Kâmuşu ile biz oradayız. Zarife’nin aşkı ne olacak; Aleks, Müslüman toplum tarafından, Hristiyanlar tarafından kabul görecek mi? Vahide, Mustafa’ya kavuşacak mı? Bunları öğrenmek için her pazartesi biz de Pürsıçan köyündeyiz. Düğün âdetleri, ölüm merasimi ve daha nice gelenekler senaryonun içine ustaca yerleştirilmiş. Hele müzik, hele müzik!... İnsanı can evinden vuran Balkan müziği. Aman Allahım, bu parçaları seçenlerin ne kadar yetkin zevkleri var! Parçalar kadar icraları da son derece kaliteli. Yeni besteler de aynı şekilde çok güzel.
Oyuncular için ne demeli? Vasatın altında hiçbir oyuncu yok. Hepsi vasatın üstünde. Önemli bir kısmı ise olağanüstü. Erdal Özyağcılar hayatının rolünü oynuyor. Kâmuşu ile (eşeği ile) konuşurken modern bir Nasreddin Hoca tiplemesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Şebnem Sönmez de hayatının rolünü oynuyor. Kızlar, Berrak Tüzünataç (ne olurdu, diziden ayrılmasaydı!), Gülçin Santırcıoğlu ve Filiz Ahmet de öyle. Tolgahan Sayışman, Tuna Orhan, Ertan Saban, Recep Özgür Dereli, Mahir İpek de son derece başarılı. Bedia Begovska, Dimitri rolünde Luran Ahmeti, Küçük Zarife rolünde Mevlüde Yusufovska’nın yüzlerinde, hareketlerinde Rumeli’de kalan hatıralarımızı seyrediyor gibiyiz. Filiz Ahmet’in narin yüzünde sanki kaybettiğimiz Rumeli var. Caner Özyurtlu ile Tuna Orhan, trajedi içine ustalıkla yerleştirilmiş komik figürler. Nefes almamızı sağlıyorlar.
Uludağ Üniversitesi 2008’de, Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi 2009’da Elveda Rumeli’ye en iyi dizi ödülünü vermişler. Galatasaray Üniversitesi 2008’de Serdar Akar’a en iyi yönetmen ödülünü vermiş. Erdal Özyağcılar da 2008’de “İsmail Dümbüllü en iyi erkek TV dizi oyuncusu” seçilmiş. Balkan derneklerinin ödüllerini saymıyorum. Bence dizi daha pek çok ödüle layık. Odalarında oturup hiçbir şeyi beğenmeyen, her şeyi tenkit eden; oturdukları makamları parselleyip hiçbir işe yaratmayan milliyetçilere de birkaç cümlelik sözüm var: Milliyetçilik işte böyle olur. Aksiyonla, eserle, başarıyla... Bunları yapamıyorsanız, yapanları destekleyin. Hiç olmazsa bir çift güzel söz edin!