Sahi, bunları kim yazmış olabilir?
“Türkiye’de sistem çökmüştür.”
“Bugün geldiğimiz noktada, bütün iddialarını yitirmiş, büyük dünya devletlerinin bizi görünce yüzümüze, arkamızı döndüğümüzde hâlimize güldüklerini (...) artık daha iyi görmeye başladık.”
“AB projesi, Türkiye’yi demokratikleştirme projesiydi.”
“(...)AB, Türkiye’nin tam olarak demokratikleşmesini istemez. Çünkü Türkiye’nin tam demokratikleşmesi demek (...) Türkiye’de halkın kendi iradesini siyasete, kültüre, düşünceye, sanata ve sosyal hayata yansıtması demek. Türkiye’nin geleceğini halkın belirlemesi demek.”
“Ancak Batılıların (hem AB ülkelerinin, hem de ABD’nin) Türkiye’ye biçtikleri demokrasi anlayışı bu değil. Onlar, demokrasiyi, tıpkı laiklik gibi -yeni sömürgeciliğin keşif kolu- olarak algılıyor ve uyguluyorlar (...)”
“(...) Batı’da demokrasi, halkın iradesinin her alana yansıması anlamına geliyor. Ama Batılıların Batı dışına ihraç ettikleri demokrasi, aynı anlama gelmiyor ve aynı işlevi görmüyor: Tam aksine, halkın iradesinin bitirilmesi anlamına geliyor. Bu birkaç düzlemde işliyor:
Birincisi, demokrasi ihraç edilecek toplumların, varoluş iradeleri yok ediliyor önce. Ülkeler karıştırılıyor. Renkli devrimler kışkırtılıyor. Burada demokrasi sadece yeni oyunun adı. Ortada görünüşte demokrasi var; ama gerçekte, ülkeler parçalanıyor. Makro düzlemde bir ülke teslim alınmış oluyor.
İkincisi, demokrasi ihraç edilen toplumların siyasî-coğrafî yapıları, yeniden şekillendiriliyor. Bu kez mikro düzlemde bir toplumun varoluş iradesi yok edilmeye çalışılıyor: Ülke içindeki etnik kimlikler kışkırtılıyor...
Üçüncü yöntem, hem birincisine, hem de duruma göre ikincisine zemin hazırlayan bir yöntem: Bu kez demokrasi ihraç edilen toplumların kültürel, zihnî ve gündelik hayat tarzları, yani varlık nedeni topyekûn yasal düzenlemelerle Avrupa’ya sözüm ona uyumlu hâle getiriliyor. Toplum tepeden tırnağa sekülerleştiriliyor: Tüketim toplumu hâline getiriliyor. Popüler kültürün en pespaye ürünleri kitleleri hayattan kaçırıyor; siyasî-ekonomik olarak sıkıntı yaşayan toplumların beline asıl vurucu darbe bundan sonra vurulabiliyor.”
* * *
“Her şeyden önce, Ergenekon operasyonu, acaba bütünüyle bir yerli iradenin ürünü mü? Ergenekon operasyonunun bir milat olup olmadığına karar verebilmek için bu operasyonun gerisindeki gerçek iradenin, gücün ve sâikin ne olduğunu çok iyi bilmemiz veya görebiliyor olmamız gerekiyor.
” (...) Ergenekon operasyonu, gerçekten yerli bir iradenin ürünü mü, talebi mi, sonucu mu; yoksa işin içinde başka, yabancı iradeler veya eller mi var?
“Ben şahsen bu operasyonun bütünüyle yerli bir iradenin ürünü olduğuna dair ciddi kuşkular taşıyorum. Bu operasyonun gerçekten de Türkiye’deki derin çete yapılanmasına büyük darbe vuracağı anlaşılıyor. İyi de darbeyi vuran kim? Benim kanaatim, darbeyi vuranın ABD olduğu yönünde. ABD’nin özellikle istihbarat aşamasında çok belirleyici rol oynadığını düşünüyorum.”
“(..)Türkiye’deki derin çete yapılanması, NATO ürünü bir yapılanma değil miydi zaten? O hâlde, eğer Ergenekon operasyonunda ABD’nin göz ardı edilemeyecek bir rolü varsa, burada ortaya çıkan çelişkiyi nasıl açıklayacağız öyleyse?
Elbette ki şöyle açıklayacağız: ABD, şimdiye kadar ABD’ye çalışan bilumum Atatürkçü, Kemalist, solcu, ulusalcı, milliyetçi tipleri tasfiye ediyor. Yeni bir şebekeyle çalışmak istiyor. Sözümona İslâmcılarla çalışmak istiyor. İslamcıları çok sevdiği için mi? Elbette ki, hayır! Ya peki niçin? Başka seçeneği kalmadığı için.”
Yukarıdaki satırlar Sayın Yusuf Kaplan’ın Yenişafak gazetesinde kaleme aldığı “Çete tasfiye edilmezse Türkiye tasfiye edilecek(4.7.2008)” ve “Ergenekon’un getirdikleri ve götürdükleri(18.7.2008)” başlıklı yazılarının bâzı bölümleridir.
Bizler de demokrasi ve AB konusunda yıllardır ve Ergenekon bahsinde aylardır aynı şeyleri söylüyoruz.
Olaylara parti gözlüğüyle değil de tarih, kültür ve basiret gözüyle bakıldığında Türkiye’de yaşananlar Yusuf Kaplan’ın gördüklerinden başka bir şey değil...