S-400'ler yedek kulübesinde bekler mi?.

Ülkeyi gerim gerim geren gündem maddesi; S-400...

Çapraz ateş altında kalmış gibiyiz. Kamuoyu, Türkiye'nin acil olarak hava savunma sistemine ihtiyacı konusunda ikna olmuş durumda. Fakat, müthiş bir bilgi kirliliğinin yanısıra siyasi duruşların getirdiği çıkar hesapları yüzünden aklı almaz bir kafa karışıklığı yaşanıyor. Vatandaşın, farklı savunma sistemlerinin teknik özelliklerini, hangisinin askeri sistemimize daha uyumlu olacağını bilecek hali yok. Fırsattan istifade ağzı olan konuşuyor. Hangi sisteme bir eleştiri getirecek olsanız taraftarı karşısındaki "vatan haini" ilan ediyor...

Neyse!.. Söz konusu vatan ise gerisi teferrruattır... Abdestimizden de şüphemiz olmadığı için içimiz oldukça rahat... İsimleri bende saklı, ağırlıklı olarak emekli hava subaylarının hazırladığı "hava savunma sistemi tedariki" ile ilgili oldukça kapsamlı bir raporu saatler boyu inceledim. Başta S-400'ler olmak üzere şu ara adı geçen birçok savunma sisteminin teknik incelikleri ve karşılıklı mukayeseleri masaya yatırılmış, artıları eksileri titizlikle ortya konulmuş. Çok uzun ve çok mearklısına ancak bir askeri dergide okutulabilecek bir rapor... Askeri mahrem bilgilere girmemeye azami ölçüde dikkat edilmiş. Anlayacağınız, çok teknik!... Raporda, 2 çarpıcı yer benim gibi uzman olmayan vatandaşların anlayacağı özellikteydi. İşte o satırlar;

"Konuya, daha rahat anlaşılabilmesi için günlük hayattan bir 'uyumluluk' örneği ile başlayalım. Şöyle ki; sizin bütün arkadaşlarınız Android veya IOS tabanlı SAMSUNG veya IPHONE telefon kullanıyor. Kendi aralarında Whatsapp benzeri bir program üzerinden sohbet ediyorlar, anlık olarak birbirlerinin ne işle meşgul olduklarını takip ediyorlar, dosya alışverişi yapıyorlar, bir arkadaşınız bir uygulama için kurulum dosyası dağıtmış ise diğerleri otomatik olarak bu uygulamayı telefonlarına kurabiliyor veya bir kişi bir adres bilgisi paylaşıyor ve diğerleri tek tuşla ilgili adrese yol tarifi başlatabiliyor. Bütün arkadaşlarınız eşgüdüm içerisinde ve yoğun şekilde sosyal bir ağ üzerinden haberleşip günlük hayattaki birçok işini kolaylaştırırken, bir sabah babanız çıkıyor ve size 'oğlum sana dünyanın en iyi telefonunu aldım, bataryası 400 saat gidiyor, arkadaşlarının telefonu Tofaş ise bu Porsche' diyor ve Rus yapımı bir telefonu elinize tutuşturuyor. 'İyi de babacım' diyorsunuz, 'bu telefonun kendine özgü bir yazılımı var ve Whatsapp kurulamıyor, arkadaşlarımla nasıl sohbet edeceğim? Onların nerde olduğunu, ne yaptığını nasıl takip edebileceğim, dosya ve adres paylaşımı vs. nasıl olacak?' diyorsunuz. Cevaben: 'olsun oğlum şarjı çok uzun gidiyor, istediğin kişiyi arar rahat rahat konuşursun, hem merak etme bunun da kendine özgü uygulamaları ve navigasyonu var' diyor. İşte bu telefon tahmin edebileceğiniz gibi S-400'dür.

Olay sadece sosyal bir ağ kullanımı olsa, 'sosyal ağımız eksik kalsın, bizi seven dostlar zaten arar' der geçersiniz ancak durum tabii ki öyle değil. Harekât şartlarında o ağda olmayışınız, yani silah sisteminizin komuta kontrol sistemine entegre edilmemiş olması, başka bir arkadaşınızı ateş altına almanıza yada başka bir arkadaşıma ateş edebilirim tereddüdü ile size yaklaşan bir düşman uçağına zamanında reaksiyon gösterememenize neden olabilir. Ses hızına yakın süratlerde uçan platformların müthiş bir harmoni ve yüksek bir tempo ile hava sahasını kullandığı, yüzlerce veriyi kendi aralarında sürekli olarak paylaştığı, manevra yaptığı, mühimmat attığı, balistik füzelerin havada olduğu yoğun ve karmakarışık bir harekât ortamında net ifade ile söylemek lazım ki 'Bizi seven dostlar zaten arar' dediğiniz 'dostlarınız' sizi arayamayacak zira herkesin derdi başından büyük olacak.

Hocanın zor tercihi!..

Entegrasyon konusunu günlük hayattan başka bir örnek ile benzeştirip bu faslı tamamlayalım. S-400 sistemi, futbol takımınıza aldığınız kolları ve bacakları uzun yabancı bir defans oyuncusu gibidir. Belki çok hızlı koşar, rakip forvetlerine iyi müdahale edebilir ama kendi takım arkadaşlarıyla aynı dili konuşamaz ve teknik direktörün verdiği taktikleri anlayıp uygulayamaz. Belki gözleri çok uzağı görür ancak renk körüdür ve kimin kendi takımından kimin rakip takımdan olduğunu ayırt etmekte çoğu zaman güçlük çeker. Ahenk içinde oynayan arkadaşlarına ayak uyduramaz ve onlarla anlaşabilmek için sürekli aracı birilerine ihtiyaç duyar. Zaman zaman rakip futbolculardan biri zannederek kendi arkadaşlarının ayağındaki topu bile almaya çalışabilir. Teknik direktör ise çareyi saha içinde belirlediği bir alanı bu futbolcuya tahsis etmekte bulur. Top oynanan saha çok geniş olmadığı ve diğer takım oyuncularının da defans yapmak ve gol atmak gibi görevleri olduğu için bu yabancı futbolcuya tahsis edilen alan da mümkün olduğunca dar tutulur ve bu alan dışına asla çıkmaması için talimat verilir. Ayrıca diğer takım arkadaşları da tembihlenir ve bu yabancı arkadaşın müdahalesine maruz kalmamaları için ona tahsis edilmiş bölgeye asla girmemeleri söylenir. O yabancı futbolcu kendi bölgesine giren kim varsa ayrım gözetmeksizin ayağındaki topu almaya çalışır. Aslında teknik direktör onu takıma almak istememektedir ama 2 önemli neden onun adeta elini kolunu bağlamıştır. Birincisi, kulübün başkanı bu transferi teknik direktöre sormadan yapmış ve futbolcunun ilk 11'e alınması talimatı vermiştir. (Bu sayede diğer kulübün patronu ile de ilişkilerini geliştirmek istemektedir). İkincisi, futbolcuya transfer ücreti olarak diğer futbolcuların iki katı ücret verilmiş ve basın tarafından mükemmel bir transfer olduğuna yönelik birçok asılsız haber yapılmıştır. Üstelik bu futbolcu hayatında hiçbir zaman gerçek bir maça çıkmadığı için asılsız haberleri çürütmek de mümkün olmamaktadır. Bu kadar para verilen bir oyuncunun ilk 11'e alınmamasının seyirciye anlatılması şimdilik mümkün değildir ancak gerçek bir maça çıkıldığında herkes o futbolcunun ne mal olduğunu kendi gözleri ile görecek ve ne kadar büyük bir hata yapıldığını anlayacaktır."

(Yarın, raporun sonuç bölümünü vereceğim)

Yazarın Diğer Yazıları