Rüzgârlar ekildi.. fırtınayı kim biçecek?
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğundan elde kalan ve adına "vatan" dediğimiz Anadolu coğrafyasını korumak ve tarihte devamlılığımızdır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının son ikiyüz elli yılında defalarca denediği, tecrübe ettiği modernizasyonun hayata geçirilmeğe çalışıldığı ve Osmanlıdan kalan devleti küçülerek de olsa devam ettirme irâdesidir.
Türkiye Cumhuriyetinin bu irâdesini yaşatma tarihi olan "Cumhuriyet Tarihimiz", şüphesiz ki oldukça çalkantılıdır. Başarılarıyla ve başarısızlıklarıyla, doğrularıyla ve yanlışlarıyla, gururuyla ve belki geride bıraktığı "keşke olmasaydı"larıyla bir bütündür.
Yeni olan her şey eskinin yaşamasına tahammül etmez. Eski yaşamaya devam ederse yeni hayat bulamaz. Yeni cumhuriyetin yaşaması da eskinin ölmesine bağlıdır ve eski ölmeli ki yeni yaşayabilmelidir. Yeni Cumhuriyet de eskiyi tedricen hayattan çekmiş ve kendisinin yaşama alanlarını genişlemiştir.
Yeni cumhuriyetin modern kişiliğini bulması (ki bu çaba Osmanlı'nın da son iki yüz elli senesine mâl olmuştur) ancak yeniden bir gelecek yaratabilmesiyle mümkündür.
Cumhuriyetin bu modernleşme çabaları, "bundan gayrı artık gâvura gâvur denmeyecek" fermânından pek de farklı değildir. Ve çok da sancılı (hatta daha açık yazalım ve yeni devlet reformizmine de katkımız olsun ve reformistler tatmin olsun) bazen çok da kanlı olduğu da bir vakıâdır.
Toplumun hemen her kesimi "cumhuriyet tarihimiz" içinde bir şekilde devletin hışmına uğramış, farklı yoğunluklarla bu hışımdan hissesine düşen payı almıştır.
Cumhuriyetin kurucu elitistlerinin ve devamcısı siyâsî zihniyetin kendi güçlerinin devamı için kuruluş dönemi paradigmalarını önlerindeki yüzyıla yayma çabalarının bedelini toplumun her sosyal katmanı, her ideolojik kesimi bir şekilde ödemiştir.
Bütün bunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti, bizim altı asırlık imparatorluğumuzdan elimizde kalan vatandır ve azizdir, muazzezdir...
Son yıllarda büyük bir değişim yaşayan Türk siyâsal yelpâzesi beraberinde şüphesiz ki sosyal değişimleri de sürüklemektedir. Toplum, on beş-yirmi yıl evveline göre sosyolojik anlamda, kültürel anlamda, ekonomik anlamda ve siyâsî anlamda önemli değişiklikler yaşamaktadır.
Siyasî faylar kırılmakta ve yeni oluşan zeminde ise şaşırtıcı da olsa farklılıklar bir araya gelebilmekte, bu fay kırıklarının içine de eskiye dair pek çok şey düşerek kaybolmaktadır.
Dün başörtüsünden öcü gibi korkan devlet üst yapısı, bugün neredeyse külliyen tesettüre girmiştir ve bunun dünyanın sonu olmadığı fikrini herkes tecrübe etmiştir. Devlet dünyanın sonu olmadığını görmüş ve fakat başörtüsünün ahlâkî ve dinî bir değer olmaktan çıkıp bir politik simge haline döndüğünü ve dinî bir vecibe olmaktan çıktığını da toplum görmüştür.
Dün "yurtta sulh cihanda sulh" politikasının tersi olarak algılanan aktif(!) bir dış politikanın bugün nelere mâl olduğu da tecrübe edilmiştir.
Düne dair ne varsa süratle değişmektedir.
Cumhuriyet'in kuruluşunda yaşanan bâzı hâdiseleri gündeme taşıyarak, bu hâdiselerin yaraları üzerine kezzap dökerek, bu yaraları kanırtarak, bu yaraları deriyle birlikte sökecek kadar acıtarak varılacak bir yer olmadığı da 12 yıllık AKP iktidarıyla ayan beyan ortadadır, varsa da o yerin adı iç çatışmalardır, yeni toplumsal bölünmelerdir ve belki de bir iç savaştır...
Ankara'da barış yürüyüşü(!) adı altındaki yürüyüşte patlayan bombanın failleri bir önceki Suruç patlamasındaki failin kardeşi ise eğer yazıldığı gibi, bu kişinin MİT tarafından nasıl olup da takip edilmediği çok büyük bir soru işareti olarak çengelinde MİT'in boynunda asılı kalacaktır.
Patlama sonrası medyada yoğunlaşan PKK propagandaları ise patlamanın nereye hizmet ettiğinin bir neticesidir.
Ülke bir felâkete doğru hızla savrulmaktadır.
Ne sınır güvenliği söz konusudur, ne toplum güvenliği ve ne de Başbakanın sıkça vurguladığı kamu güvenliği kalmıştır.
Bu denli bir güvensizlikte yapılacak olan seçimlerin ülkeye huzur ve güvenlik getirmesi de çok iyimser bir beklentidir.
On iki yıldır ekilen rüzgârların fırtınasını bu millet biçer fakat o rüzgârları ekenler fırtınanın biçilmesinde de var olacaklar mıdır?