Tarihi romanlarıyla edebiyatımızda çığır açan merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun 3 ciltlik muhteşem eseri, "...Ve Çanakkale / Geldiler Gördüler Döndüler" millî direniş ruhunun yazıya dökülmüş bir abidesi... Türk Edebiyatı'nın, Türk Kültür Tarihi'nin güçlü kalemi; Çağımızın Dede Korkut'u Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun başyapıtlarından ve ülkemizde yayımlanan en kapsamlı Çanakkale romanı olan "...Ve Çanakkale" üçlemesi sadece bir cephe romanı değildir; ideolojik şartlanmışlık ya da tarihî kahramanlarla hesaplaşma saplantısının ürünü de değildir... Çanakkale'yi sadece Çanakkale Cephesi'nden ibaret görenlerin aksine; Ve Çanakkale; hem cephedeki akıl almaz direnişin, hem Arap coğrafyasında yaşadığımız dramın, hem de İstanbul'da yaşadıklarımızın romanıdır. Eser, üstelik de bir edebiyatçı ustalığıyla, bir tarihçi hassasiyetiyle kaleme alınmış sahasının ilk romanıdır.
Yazarının İfadesi ile:
"...Ve Çanakkale üçlemesi, Dünki Türkiye Dizisi'nde yayınlanmış olan Selçuklu ve Osmanlı Üçlemelerinin bağlantısı olarak da Bugünki Türkiye Dizisi romanlarına köprülük edebilir diye düşünüyorum." Ve yazar devam ediyor:
"Ve Çanakkale Üçlemesi, rahmetli babamın Batum bozgunundan kalan hatıralarıyla, yine rahmetli kayınvalidemin Şam-Halep-Beyrut'tan kalma Cemal Paşa Ordusu'nun çöküntüsünü söyleyen hatıralarından aldı özünü; hiç bir zaman unutamayacağım rahmetli dedemin Mekke ve Yemen'de yaşamış olduğu askerlik hatıralarıyla gelişti ve Galiçya'da sağ kolunu bırakmış, Zile'nin bir yaşlı köylüsünden Buğday Pazarı'nda dinlediğim savaş hatıralarıyla çoğaldı. Sonra da, Çanakkale Gazilerinin o abartısız, hiçbir şey yapmamış olduklarına inanmış görünüşlerine rağmen ömürlerini herkesin bildiği gibi hiçe saydıkları Çanakkale'de, gençlik yıllarında yaşadıkları inanılması güç lâkin hepsi de doğru yaşanmış olayları bu eserin belkemiğini oluşturdu; Çanakkale'yi geçilmez yapan Onlar idi.
Yine de bunlar yeterli olmayacaktı.. Doğrudan Çanakkale ile ilgili kişilerin eserlerini, yahut Çanakkale üzerine yazılmış güvenilir kaynakları esas aldım; Çanakkale gerçeğini hazırlayan günleri veya çevreyi doğru olarak anlatırlar. Gördüğüm ve çoğunu da okuduğum fakat adlarını burada sıralamadığım öteki yazarların yazdıklarını, başkalarını tekrarlayan, yeni bir fikir ve yorum getirmekten yoksun yazılar olduğu için belirtmekte bir yarar ummadım.
Biliyorum ki, ...Ve Çanakkale'den önce bizim dilimizde yazılmış böyle bir roman yoktu.. Şimdi, var. Bu bile benim için bir şereftir, önceliği olan öteki eserlerim gibi.
Ayrıca, ...Ve Çanakkale, tarihin alışılmış ders kitaplarından da değil. Bir milletin namusu olduğu için, Plevne'den sonra ana topraklarımızdaki en büyük direniştir; karşı geliştir, millet bütünlüğüyle bir savunmadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücü bu savaşlardan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, bilinen tarih sıralaması yerine, taşıdığı destan havasının bozulmamasına gayret ettim. Çanakkale Savaşlarımızın başladığı günü, nerelerden nasıl bir sırayla uzayıp hangi tarihte sona erdiğini herkes, ortaokul öğrencileri bile, çok iyi bilirler...
Bence önemli olan Çanakkale'ye gelenlerin gelmesi değildir. Onlar, nasıl olsa geleceklerdi. 1071 Ağustos'undan beri gelmeyi her fırsatta denediler. Çanakkale'ye, 1914 ile birlikte geldiler. Önemli olan onları Çanakkale'de durduran ruh idi. İşte bu, o ruhun destanıdır."
İrfan Yayıncılık
Tel: (0212) 518 38 66
KAHRAMANLARA ŞÜKRAN YOLCULUĞU
Çanakkale'nin büyük şehitlerinin ruhlarını şad etmek amacıyla içleri millî şuur ve kinle dolu dokuz genç, 3 Ağustos 1933 Perşembe akşamı Sirkeci'den kalkan Selamet vapuruyla bu ölüm-kalım çarpışmalarının yaşandığı mukaddes toprakları ziyaret etmek üzere yola koyulurlar: Atsız'ın başını çektiği kafilede, emekli bir yüzbaşı olan Naci Akıncı ve oğlu Nuri Akıncı, "Tolunay" adıyla çağrılan tarih öğrencisi ve ileriki yıllarda Atsız'ın eşi olacak Bedriye Sabit, edebiyat öğrencisi ve Atsız'ın kardeşi Nejdet Sançar, coğrafya öğrencisi Musavver Ünlüsü, lise öğrencisi ve "Mengüç" adıyla çağrılan Fethi Tevetoğlu, lise öğretmeni ve o gezi sırasında Atsız'la evli olan Mehpare Taşduman ve ileride Türk siyasetinin önemli isimlerinden biri olup Millî Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Tevfik Celal (İleri) yer almıştır.
Millî gurur ve vakarla gerçekleştirilecek Çanakkale anmalarının başlatıcısı olma şerefini taşıyan bu Türk kafilesinin, yolda ve kanlı boğuşma alanlarında geçen 9 günlük ziyaretlerinde düşman milletlerin anıtlarıyla, Türk şehitlerinin ise sahipsiz ve açıkta kalmış naaşlarıyla dolu Çanakkale harp sahalarında kopardıkları çığlık, hem kendilerinden sonraki ziyaretlere ilham kaynağı olmuş hem de Çanakkale'de yapılacak büyük bir anıt için milliyetçi gençliği teşvik etmiştir. "Çanakkale'ye Yürüyüş"ün Ötüken Neşriyat tarafından yapılan bu yeni basımında sadece Atsız'ın metni değil, Nejdet Sançar, Tevfik İleri, Rüknettin Fethi Olcaytu gibi isimlerin yazıları ve ayrıca Çanakkale'ye abide yapılması için Millî Türk Talebe Birliği'nin girişimlerine dair yazı ve haber metinleri ile 30 yıl sonra yaşanan Kadeş vapuru rezaletine dair Millî Yol dergisinde yer alan haber de yer almış, Çanakkale'ye Yürüyüş'ün temiz ve imanlı gençlerinin birkaç kuşağa uzanan etkisini bütünlüklü olarak görme imkânı da böylece sağlanmıştır.
Ötüken Neşriyat
Tel: (0212) 251 03 50
HAFTANIN KİTABI
İstiklal uğruna
Rusya'da Çarlığın yıkılması ile egemenliği altında yaşayan Türk unsurların bağımsızlık kazanma ümitleri doğmuştur. 1917-1921 yılları arasında devlet kurmak üzere mücadele eden siyasi önderlerin bir kısmı başarılı olamayınca memleketlerini terk etmek mecburiyetinde kaldı. İran, Afganistan, Finlandiya, Almanya, Fransa, Polonya'ya dağılan siyaset adamlarının çoğu ikinci vatan kabul ettikleri Türkiye'ye gelerek dergi ve gazete çıkardı, dernekler kurdu. Onların bu faaliyetlerinden rahatsızlık duyan Sovyetlerin şikâyetleri üzerine 1930 yılından sonra faaliyetlerini sürdürmek üzere Almanya ve Polonya'ya gittiler. Siyasî muhaceretin önderlerinin tarih sahnesinden çekildikleri 1960'lı yıllara kadar devam eden mücadelenin toplu bir tarihi yazılamamıştır. Ömer Özcan'ın "Bir Vatandan Bir Vatana" adlı araştırması; Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, İdil-Ural, Kırım, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya ve Irak'ı içine alan geniş coğrafyada doğmuş ilim, kültür ve politika alanında tanınmış şahısların mücadelelerini, siyasi ve entelektüel çabalarını, birbiriyle ilişkilerini ve döneme dair pek çok bilgiyi gün ışığına çıkarıyor.
Dergah Yayınları
Tel:(0212) 518 95 79
Osmanlı'yı ararken...
Özlem Kumrular'ın nehir söyleşisinden oluşan "Tarih Fermanla Yazılmaz", Cumhuriyet tarihimizin önemli Osmanlı tarihçilerinden Prof. Dr. Salih Özbaran'ın Türkiye-İngiltere-Portekiz üçgeninde geçen hayat hikâyesi, yolu tarihten geçen herkesin merak ve ilgiyle okuyacağı bir kitap... Küllerinden doğan Ege kasabası Turgutlu'dan yola çıkıp Osmanlı tarihinin bilinmeyen detayları peşinden Lizbon'un tozlu arşivlerine kadar uzanan saygın, titiz, başarılı bir bilim adamının merceğinden tarihe bakış... Osmanlı tarihçileri ve tarihçiliği üzerine anılar, anekdotlar ve ders alınacak anlatılarla dolu bir nehir söyleşi... Nasıl tarihçi olunur, sorusuna en güzel cevap...
Tarihçi Kitabevi
Tel:(0216) 418 68 86
KÜTÜPHANEMDEN:
SAZINI MİLLETİN BİRLİK BERABERLİĞİ İÇİN ÇALDI
Aşık Veysel'i bundan 46 yıl önce 21 Mart 1973'te kaybetmiştik. Vefatının yıldönümü dolayısıyla onun ölümünden önce 1971'de İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan, Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından hazırlanmış, "Dostlar Beni Hatırlasın" adlı kitabını hatırlatmak istedim. Kitap sonraki yıllarda da defalarca basıldı. Aşık Veysel'i sevenlere bu kitabı tavsiye ederken Nihat Yücel'in onunla ilgili anlamlı bir hatırasını aktararak büyük ozanı rahmetle anıyorum:
1 Şubat 1971 günü Aşık Hüdai, gazeteci Aydil Erol ve ben İstanbul'a geldiğini öğrendiğimiz Aşık Veysel'i, Sirkeci'de kaldığı otelde ziyarete gittik. Sirkeci'den Cağaloğlu'na doğru giderken yokuşun başladığı yerde sağda bir büyük sokak vardır. O sokakta lokantalar, çayhaneler bir iki iyi sayılabilecek otelin dışında hepsi üçüncü sınıf kötü oteller vardı. Aşık Veysel o üçüncü sınıf otellerden birinde Afyon otelinde kalıyordu. Otele girdik birinci kata çıktık. Aşık Veysel yatakta oturuyordu. Yanımızda İş Bankası tarafından yeni yayınlanan Aşık Veysel'in "Dostlar Beni Hatırlasın" kitabı vardı. Getirdiğimiz kitaplara parmak izini bastı. Ben söze başladım. "Sizin şiirlerinizi bazı sanatçılar, türkü, bazıları, hafif müzik haline getiriyor ve okuyorlar. Okuyan sanatçılar iyi para kazanıyorlar. Size bunun karşılığında para ödüyorlar mı? Eğer bir ödeme yapmıyorlarsa hakkınızı yargı yoluyla aramak ister misiniz?" dedim. Bunun üzerine Aşık Veysel gülümseyerek "Bana bak evladım, ben bu türkülerimi para kazanmak için söylemiyorum. Ben bir bağ yetiştiriyorum. Bağda yetiştirdiğim üzümleri, kimileri üzüm olarak, kimileri şarap, rakı yaparak satıyorlar. Şarap ve rakı yapanlar daha fazla kazanıyorlarsa varsın kazansınlar. Bunlardan para istemiyorum. Benim kazandığım para bana yeter" dedi. Ben şaşırmıştım. O zamanlar Aşık Veysel'in şiirlerini okuyanlar çok para kazanıyorlardı. Fakat Aşık Veysel Sirkeci'nin geceliği beş lira olan, üçüncü sınıf otelinde kalıyordu. Belki de gelenlere ısmarladığı çayların parasını bile zor veriyordu... (A.Y.)