Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan İstanbul’un risk haritası ile Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın 1999 depremlerinden hemen sonra yayınladığı risk haritası arasında yüzde 73 oranında uyuşmazlık bulunduğu ortaya çıktı.
Denge ve Denetleme Ağı, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından “Depremlere Karşı Kırılganlıkta Denge ve Denetleme Sisteminin Etkisi: Türkiye, Şili ve Japonya örnekleri” başlıklı bir rapor yayınladı.
Kapsamlı raporda, riskli alanların belirlenmesine dair hükümetin politikalarına eleştiriler getiriliyor. Raporda yayınlanan bir risk haritası, riskli alanların hangi kriterlere göre belirlendiği sorusunu akıllara getiriyor.
Söz konusu risk haritası İstanbul’a ait.
Onur Arslan ve Ebru Kayaalp’in Birikim Dergisi’nde yayınladıkları makaleden alıntılanan haritada, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın belirlediği riskli alanlar ile Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın belirlediği riskli alanlar arasında yüzde 73 oranında uyuşmazlık ortaya çıktı.
“RİSK BELİRLEMEDE AŞIRI MERKEZİ VE KATILIMDAN UZAK BİR YAPI VAR”
Denge ve Denetleme Ağı’nın raporunda “Kentsel Dönüşüm Politikaları” başlığı altında şu değerlendirme yapılıyor:
“Temel amacı depreme dayanıksız binaların tespit edilerek yıkılması veya güçlendirilmesi olan ve Van-Erciş depreminden sonra 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un uygulaması birçok sorunu içerisinde barındırıyor. Bu sorunların başında riskli alanların belirlenmesi geliyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş öncesi riskli alan belirleme yetkisi Bakanlar Kuruluna aitken yeni sistem sonrası bu yetki tamamıyla Cumhurbaşkanına verildi. Risk belirlemede bu aşırı merkezi ve katılımdan uzak yapı, risk alanlarının etkin belirlenmesinde temel engel olarak nitelendiriliyor.”
“DİRENÇLİ KENTTEN ZİYADE GAYRİMENKUL GELİŞTİRME”
“Çeşitli uzmanlar 2012 yılında yürürlüğe giren kanunu, depreme dirençli bir kent yaratmaktan ziyade bir ‘gayrimenkul geliştirme’ olarak tanımlamakta ve inşaat firmalarının en yüksek risk taşıyan bölgelerde kentsel dönüşüm amaçlı bina yapımına yönelmediklerini belirtmektedirler” denilen raporda, şu ifadeler yer aldı:
“Kentsel dönüşüm kapsamında yapılan yeni gayrimenkul projelerinde vergi ve harçlardan muaf olunması, KDV’nin yüzde 18 yerine yüzde 1 olması ve kimi ilçelerde sağlanan imar artışı, inşaat sermayesinin de getiri odaklı dönüşüm projelerine yönelmesi sonucunu doğurmuştur.
Deprem bilimci Prof. Dr. Naci Görür de İstanbul’da ilçeleri inceleyen kapsamlı bir çalışma yapılmadığını, bina envanterinin çıkarılmadığını belirtmiş, müteahhitlerin ilgi duyduğu alanların riskli ilan edildiğinin altını çizmiştir.”
“ İNŞAAT ŞİRKETLERİ BİNALARI KENDİLERİ YIKIMA SOKUP KENDİLERİ YAPIYORLAR”
Raporda, Onur Arslan ve Ebru Kayaalp’in makalesinden ilgili bölüm şöyle aktarıldı:
“Özellikle konut fiyatlarının uçtuğu mahallelerde inşaat şirketleri eski evleri satın alarak söz konusu piyasaya yasal malikler olarak katılıyor. Malik statüsünü kazandıkları için şirketler binayı risk analizine sokup çürük raporu alıyor. Bu şekilde birçok yeniden yapılan binada inşaat firmaları hem ev sahibi, hem evi yapan, hem de emlakçı olarak karşımıza çıkıyor. Binaları kendileri yıkıma sokup kendileri yapıyorlar. Bir binadan ev aldıkları andan itibaren bütün binada pazarlık etme sürecini kendileri yönetebiliyorlar.”