Rejimin üç ayağı
Artık şunu biliyoruz... Rejimin üzerine oturduğu üç ayak, yasama, yürütme ve yargıdan ziyade, medya, kamuoyu araştırma şirketleri ve düşünce kuruluşlarından oluşuyor...
İktidar yanlısı düşünce kuruluşlarının adı ’düşünce’ kuruluşu... Kendisi düşünce üretmiyor, muktedirlerce üretilmiş olanı, saplantı veya yalanı ’düşünce’olarak pazarlamakla görevliler... Kaynak sıkıntıları yok, siyasetin finansmanını sağlayan büyük havuz sistemi onları da besliyor...
Medya da ellerinde olduğu için istedikleri kişileri, önce düşünce kuruluşlarında görev aldırıp, ardından medya yoluyla parlatmayı tercih ediyorlar... İyice parlattıklarını düşündükleri tipleri, ya bürokrasinin iyi yerlerine getiriyorlar ya da parti yoluyla Meclis’e taşıyorlar... Strateji kuruluşlarının ’yıldız üretme’ işlevi entegre sistem içinde gerçekleşiyor... O ’yıldız’ın kapasitesi istediği kadar sınırlı olsun, sistem onu iyi yerlere taşıyabiliyor... Büyük çoğunluğu ’kayıt dışı’olmak üzere para problemi de olmayınca iş daha da kolaylaşıyor...
Medya, çok büyük maliyetlerle ele geçirildi ve bu maliyetlere neden katlanıldığı çok sonra anlaşılabildi... Gerçi katlanılan bir maliyet de yoktu... Patron olarak gözüken hiç kimse babasından kalanı veya emeğiyle biriktirdiğini ortaya koyarak medya sahibi olmamıştı... Hepsinin ortak özelliği kamuyla büyük işler yapıyor olmaları ve kamu bankalarının medya satın almalarında kendilerine sağladığı büyük bonkörlüktü!..
Açıkçası kimse kendi parasıyla riske girmiyordu... Sonuçta kamu görevi yapıyorlardı ve maliyette kamunun sırtına binmeliydi!.. Bir olay karşısında hepsinin aynı şeyi hissedip, aynı manşetleri attığı gazeteler ve yöneticilerinden oluşan garip bir topluluk doğdu âdeta!.. Doğrusu ’tek komutla ortak manşet’ düzeni hayata geçti... Sonuçta altyazıları bile naklen izleyip, müdahale eden ’bigbrother’ları vardı!..
Kamu reklamları ve kamuyla iş yapan bir anlamda ’eli bağlı’ büyük firmaların reklamları buraya akmak zorundaydı... Sadece reklamlarda değil, satışta da kamu en büyük müşteri olmak durumundaydı... Toplu alımlarla kamu kuruluşları satışa katkı sağlamalıydı... Öyle de oldu, oluyor...
Maliyetin neredeyse tamamı dolaylı yoldan kamunun sırtına yüklenmiş medya, bu iyiliğe karşılık, ’kamuyu bilgilendirmek’ten ziyade, ’yönlendirmek’gibi bir hizmete talip olmuştu!.. Habbeyi kubbe yapma uzmanlığıydı artık işi...
Ve kamuoyu araştırma şirketleri... Büyük bir kısmı iktidarla o kadar iç içe ki... Şirketlerin şeriklerine baktığınızda çoğunun organik bağı olduğunu görüyorsunuz... Bakan, belediye başkanı, milletvekili, aday, yakın akraba, ahbap-çavuş... Rakamları sadece tespit etme değil, rakamlarla oynama, bunu halka bellettirme ve halkta “Acaba ben mi yanlış düşünüyorum” duygusu oluşturma sektörü...
Burada şu sorular akla gelebilir: Anket firmalarının gerçeğe aykırı sonuçlar açıklaması seçmenin kanaatini niye etkilesin? Bu durumda firmalar ve onların ’görünür-görünmez’sahipleri ancak kendilerini kandırmış olmuyor mu?
Hayır olmuyor!.. Çünkü seçmen kitleleri içinde ’güçlüden yana olma’yı ve ’kazanacak safta yer alma’yı tercihe hazır hiç de azımsanmayacak bir oranda kitle var... Meselâ seçim sonrası yapılan anketlerde bu çok bariz görünür; kazanan partinin oyu, seçimden bir hafta sonra yapılan ankette birkaç puan daha yükselir...
Sisteme entegre anket firmaları, açıkladıkları rakamlarla hem gerçeği gizlerler, hem de aksine düşünen insanlarda ’yalnızlık ve yanlışlık duygusu’ oluşturmayı hedeflerler... Birkaç puanın hayati öneme sahip olduğu düşünülürse bu da az bir hizmet değildir!..
Medya, kamuoyu araştırma firmaları, düşünce kuruluşları... Bunlar şu anki rejimin taşıyıcı kolonları... Finansmanı kamudan... Günanların bedeli kamunun sırtına...