Rehin Türklerin kurtuluşu

Gerçi yıllarca “faşistlik” ve “ırkçılıkla” suçlandık amma biz SSCB’nin dağılacağı ve “Esir Türklerin kurtulacağına” inandık. Şükürler olsun Rabbim bize bu günleri gösterdi. Artık bağımsız pek çok Türk Cumhuriyeti var ve dün bize bu duygu ve ideallerimiz sebebiyle demediği ve yapmadığını koymayanlar bugün çıkıyor, “Farklı devlet tek millet!” sloganları atıyor, çiçeği burnundaki yeni Türk devletleri ile siyaset, ticaret ve kültür ilişkilerine giriyorlar.
Bu ne güzel bir gelişme.
Bu yolun dönüşü yok.
“Esir Türklerin” kurtulmasından sonra sıra şimdi “Rehin Türklerin kurtulmasına geldi” der ve “Rehin dediğin Türkler hangi Türkler ola ki?” diyenlere de, “Türkiye’dekiler ve tabii yeni kurulan genç Türk Cumhuriyeti’ndekiler” dersem, herhalde sizler, “O da ne demek?” diye ikinci bir soru soracaksınız. Efendim,“Rehin Türkler” Batı’nın “Demokrasi”, “İnsan Hakları”, “Barış ve Kardeşlik, özgürlük, hürriyet” “Globalizm”, “Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı” türünden emperyalist kavramlarına zihin ve gönüllerini kaptırmış Türklerdir.
Osmanlı’yı dağıtan, Endülüs’ü tarihten silen, Asya’dan Afrika’ya cetvellerle sınırlar çizen, Hindistan’da dokumacı çocukların parmaklarını kesen, siyahları beyazlara köle olarak satan, Kızılderilileri toptan yok eden, atom bombaları kullanan, Soros ve benzerleri ile ülke içlerini karıştıran, “Haçlı Seferi” diyerek Afganistan ve Irak’ı işgal eden, 60 yıla yakın zamandır hemen her gün Filistinli öldüren, en öldürücü silahları imal eden, her türlü uyuşturucu ticaretini el altında tutan, iki milyara yakın insanın açlık sınırı altında yaşadığı bir dünyada yeryüzündeki servetin yüzde 60’ını 200 ailenin elinde toplayan ve kurduğu bu zulüm düzenini sürdürebilmek için NATO gibi, BM, AB gibi kalkan ve manivelalar üreten bir dünyanın böylesine parlak kavramlarından medet ummak, hatta bu kavram ve uygulamaları insanlığın tek kurtuluşu zannetmek, gerçek barış, gerçek hürriyet ve gerçek refah için olmazsa olmaz hazinelerin olan öz “akıl” ve hür “vicdanın” kendi elinle rehin verilmesi demek değildir de nedir!
Dün, “Yahu hiç SSCB dağılır mı, 75 yıldır dinsizlik ve milliyetsizlik aşılanan insanlardan yeni Türk devletleri ortaya çıkar mı?” diyenler nasıl yanıldılarsa bugün de, “Canım hiç demokrasi olmadan olur mu, globalizme karşı durulur mu, karşılıklı bağımlılık olmadan yaşanır mı?” diyenler de bir gün gerçeği görecek, en azından, “Yahu bir dakika, şöyle geriye yaslanıp bir düşüneyim!” noktasına geleceklerdir.
Kişi o noktaya geldikten sonra Kenyatta’nın, “Misyonerler Kenya’ya geldiğinde topraklarımız bizim, kutsal kitap onların elindeydi. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi açtığımızda kutsal kitap bizim, topraklarımız ise onların eline geçmişti” dediği noktaya gelecek ve, “Bana demokrasi, globalizm, karşılıklı bağımlılık de ve gözlerini kapat dediklerinde Telekom ve Tüpraş gibi milli müesseselerim, Dicle ve Fırat’ın suları ve boraks gibi madenler benim elimde, demokrasi, insan hakları, globalizm onların elindeydi. Gözlerimi açtığımda demokrasi ve globalizm bende, vatan toprakları, yer altı ve yerüstü servetleri ve milli müesseseler onların eline geçmişti!” diyecektir, bu bir gün mutlaka olacaktır, olmalıdır.
Çünkü bu parlak kavramlarla işgal edilen Türkiye varını yoğunu sattığı ve yabancı ülkelerde çalışan gariban işçilerin yurda gönderdiği dövizleri de kullandığı halde, her hafta tam bir milyar küsur dolar borç faizi altında ezilmek durumunda kalıyorsa, üstüne üstlük işsizlik ve gelir dağılımında adaletsizlik almış başını gidiyor, ülke bir iç çatışmanın eşiğine gelmiş bulunuyorsa, bunun adı felâket ve her şey böylesine apaçık ortada iken bu felakete ortak olmak, yani bozuk ve zararlı sistemi sürdürmekte inat etmek ise “zihnî bir esaret” değil midir?
Şimdi soru:
“- Peki ne yapalım?”
Ve cevap:
“- Esaretten kurtulalım.”
Yani?
“- Yani Atatürk’ün yaptığını yapalım!”
Gazi, zihninin parantezlerini darmadağın etmeyip İstanbul ve mandacılar gibi düşünseydi, günün süper güçlerine karşı o muhteşem “Milli Mücadele” yi başarabilir miydi?

Yazarın Diğer Yazıları