Ankara'nın sürekli itiraz ve kaygılarına rağmen ABD Suriyeli Kürtlerle "PYD- YPG" ilişkisinin değişmediği ve Rakka operasyonu için bölgeye ağır silah ve mühimmat sevkiyatının da devam edeceğini tüm dünyaya ilan etmiştir.
Öte yandan görüşmelerde ABD; bir NATO ülkesi olan Türkiye ile iyi ilişkilerinin devam edeceği, Türkiye'ye herhangi bir saldırının yapılmayacağı ve verilen sözlü güvenceler kapsamında SDG'ye Arap güçlerinin de dahil edileceğini bildirmiştir. Ayrıca Trump'ın verdiği sözü özetlersek "YPG'ye verilen veya verilecek silahlar PKK'ya gitmeyecek, kontrol edilecek ve Suriye'nin Kuzeyinde bir Kürt koridoru oluşmayacaktır".
Daha sonra Brüksel'deki NATO liderler toplantısında yine Ankara'ya bir takım sözler verilmiştir. Şimdilik herhangi bir sonucun alınmadığı ortadadır. Yani söze değil uygulamaya bakılacak. Bilindiği gibi insani ilişkiler kapsamında yemin, onur ve namus gibi kavramların kullanılması yalnız Türkiye, İran ve Pakistan dahil tüm Orta Doğu ülkelerine mahsustur. Batılılar genellikle arkasında durarak "söz veriyorum" deyimini kullanmaktadırlar.
Öte yandan ülkeler arasında yapılan görüşmelerin geçerliliği verilen sözlere göre değil taraflar arasında imzalanan anlaşmalarla veya uluslararası protokollerle tayin edilir ve değer kazanır. Ancak bu durumda da şartlar farklı yönde seyrettiğinde örneğin 1980'de Irak'ta olduğu gibi Saddam'ın 1975'te Cezayir'de İran Şahı Pehlevi ile imzaladığı anlaşmayı feshetmesinin ardından 8 yıl süren bir savaş yaşanmıştır.
1992'de katıldığımız Irak muhalefetinin Selahaddin Toplantısı akabinde şahsen bir heyette İstanbul Harbiye Orduevi'nde dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal ile bir araya gelmiştik. Kendilerine 36. Paralel üzerinde oluşturulan güvenli bölgede teknik bir hata olduğunu, Süleymaniye'nin paralel dışında olmasına rağmen paralelin içine alındığını, Musul yakınlarındaki Telafer ve diğer Türkmen köylerinin paralelin içinde olmalarına rağmen dışında kalmış olduğunu söyledim ve Kerkük vilayeti paralel dahiline alınırsa Türkmenler açısından yararlı olacağını da ekledim.
Rahmetli Özal'ın yanıtı; "Ben ABD Başkanı Bush'la birebir görüşüyorum. Bu durum 6 aya kalmaz Irak eski haline döner" demişti. 6 ay değil 13 yıl devam etti. Saddam düştükten sonra durum defacto olarak yerini korumuştur.
Neticede uluslararası ilişkilerde herhangi bir ülkenin yüksek menfaati söz konusu olduğunda verilen sözlerin ve hatta imzalanan anlaşmaların da hiçbir değeri yoktur.
ABD'nin Suriye'deki politikası kolay değişmeyecektir. Öncelikle derin devlet politikasıdır ve 2011'den beri hatta bazılarına göre 2003'ten beri Suriyeli Kürtlere hatta PKK'ya yüklü miktarda yapılan bir yatırım söz konusudur. Ayrıca ABD, Türkiye'nin Irak ve Suriye'de nüfuz sahibi olmasından çekinmekte ve Suriye'de aynen Irak'ta gerçekleşen bir senaryonun peşindedir.
Ankara'nın Fırat Kalkanı Harekatı'nın başlamasının ardından Türkiye'nin Rusya ve İran ile birlikte 4 güvenlikli bölgenin kurulması için imzaladığı muhtıra ABD'yi tedirgin etmiştir.
Ancak Ankara'nın gerekli gördüğünde uluslararası hukuk çerçevesinde PKK-YPG unsurlarını vurabileceği uyarısı ve Türk Heyetinin Washington zirvesinin öncesinde yaptığı görüşmeler sırasında TSK'nın Sincar'ı bombalaması ABD'nin hesaplarını karıştırmıştır.
Bazılarınca "Ankara'nın Kuzey Irak'taki Barzani yönetimiyle kurulan dostane ilişkilerin benzerini PYD ile kuralım" görüşü ileri sürülmektedir. Zaten ABD'nin temel amacı bunun gerçekleşmesidir. Yani neredeyse PKK ile müttefik olmamız istenmektedir.
Suriyeli Kürtler, Rakka için çoğunluğu Kürtlerden olan bir meclis oluşturduğu gibi şimdi de ABD'nin terör örgütü PKK-YPG ile Kandil'de 97 kişilik bir konsey kurduğu konseyde yer alacak kişilerin Kandil'de yapılan toplantıda belirlendiği ileri sürüldü.
Ankara, Suriye politikasında bazı değişiklikler yaparak ülke yararına olan diplomasi, savunma, teknoloji gibi farklı tezler üzerinde kafa yormalıdır.