Ali Koç Tunceli’yi neden ziyaret etti? Prof. Dr. Şener Üşümezsoy Tuncelililerin aslında kim olduğunu açıkladı. Çünkü onlar Horasan Türkleriydi

Ali Koç Tunceli’yi neden ziyaret etti? Prof. Dr. Şener Üşümezsoy Tuncelililerin aslında kim olduğunu açıkladı. Çünkü onlar Horasan Türkleriydi

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Ali Koç ve Uğur Dündar’ın Tunceli ziyaretinin önemini yazdı. Şener Üşümezsoy, Tunceli’nin tarihinin Şerefname’de Şeref Han’ın anlattığı gibi Horasan Türklerine dayandığını ve Tunceli halkının Kürt değil, Türk olduğunu anlattı.

Erzincan ve Hamburg Fenerbahçeliler Derneği tarafından Çocuklar Üşümesin Projesi organize edildi. Proje çerçevesinde Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ve Yüksek Divan Kurulu Başkanı Uğur Dündar, Tunceli’nin Pülümür ilçesine gitti.

Koç ile Dündar, burada öğrencilerle bir araya geldi. Uzun süre öğrencilerle sohbet eden Ali Koç, mont, atkı, bere ve eldiven hediye etti.

Dersim Spor Kulübü Başkanı Hüseyin Şengezer ve Dersimspor Kulübünün kickboks, boks ve ağırlık çalışmalarını yaptıran Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’un da öğrencilerinden Birol Topuz Fenerbahçe Başkanı Ali Koç''a Dersimspor Kulübü formasını verdi.

Şener Üşümezsoy ziyaretin önemini ise şu cümlelerle açıklıyor; "Öğrencim Birol Topuz’un Ali Koç’u Tunceli’ye götürmesi bölgeye bakış geliştirilmesi açısından tarihsel gerçeklikler, etnik kimliği ve dinsel gerçekleri ortaya koymaya olanak veriyor."

 

 

 

Üşümezsoy o ziyareti ve arka planını şöyle anlatıyor:

"Uğur Dündar Muzurda bir mahallenin fahri muhtarı, Dersinsporu eğiten Birol Ovacıklı, benim talebelerden. Ali Koç’la oraya yardım götürmüşler.

Tuncelilerin kökeni Şeref Han, Şerefname’de Kürt tarihi olarak Kürtçülerin en çok tuttuğu kitapta Tuncelilerin yani Çemişkezeklilerin saf Türk olduğunu ve Saltuklu ortadan kaldırılınca hepsinin Çemişkezek’e yerleştiğini anlatır.

En saf Türk unsurunun bulunduğu bölge karışmamış. Şamanist İslamcı anlayış Aleviliği savunduğu için farklı bir bölge oluyor. Birol’da Koçgirlerden Akkoyunluların devamından. Buradakiler Horasan’dan gelen unsurlar.

Hükümetin Sünnileş dediği Caferilerin Şii yapmak istediği bir bölge. Bunlara Zaza Kürt diyorlar.

Kürtler hiçbir zaman Alevi olmaz. Tamamen Şamanist Türklerden oluşmuş bir harekettir Alevilik.

Şerefname’de Şeref Han, Çemişkezek hükümdarlarını ve beylerini tanıtırken bunların Şah Melik soyundan geldiğini ve Saltuk’un son Bey’i Şah Melik ve Mamay Hatun’un bu bölgenin soyunu oluşturduğu bilinmektedir.

Erzurum Saltuk Beyliğinin yıkılmasının ardından Şah Melik ve çevresindekiler Çemişkezek’e yerleşmektedir. Soyları isimleri kökleri Türk’tür demektedir Şeref Han.

Şah Melik, Şah Melik ile Selçuklu arasındaki savaştan sonra Çemişgezek bölgesine yerleşmiştir.

Bu dönemden sonra keza aynı şekilde, İlhanlıların önünde Anadolu''ya giren Şerefhan Tuncelilerin etnik kimliği konusunda tarihsel gerçekler temelinde olayı koymaktadır.

Çemişgezek beyleri, Pertek beyleri, Mencigert beyleri bugünkü Tunceli''nin etnik kimliğini belirleyen, tüm Tunceli''yi Dersim''i kapsayan beylerdir.

Şerefname''de Şeref Han''ın yazdığı 2 ciltlik kitabında Çemişgezek hükümdarları veya beylerini tanıtırken bunlar Melkişi Şah Melik soyundan gelmektedirler.

Saltuk Beyliğinin son beyleri olan Şah Melik ve onun kızı Mamay Hatun Tunceli''nin bu hükümdarlarının soyunu oluşturur. Daha sonra bu yüzden Saltuk ismi kutsal bir isimdir.

Erzurum Saltuk Beyliğinin yıkılması sonrası Şah Melik, Melkişiler Dersim''e Çemişgezek''e yerleşmişlerdir ve o yüzden Çemişgezek beyleri ismi verilir. Soyları isimleri dilleri Türk''tür demektedir Şeref Han.

Şeref Han''ın Şerefname''de açıkça belirttiği gibi Çemişgezek hükümdarları çocukları isimleri, kendi isimleri hepsi Türk''tür ve Türkçe Melkişi, Şah Melik, Melik Şah demektir.

"Bunların kürtlükle hiçbir ilgisi yoktur" diyerek altını çok belirgin olarak çizmiştir.

Şeref Han Çemişgezek beyleri soyundan gelen Pertek ve Mengicek beyleri de Dersim Bölgesinin tümünü kapsar."

Anadolu Aleviliğinin kökünün İran Şiiliğinden gelmediğini ifade eden Üşümezsoy, konuşmasını şu sözlerle sürdürüyor:

"Esas olarak Orta Asya’ya geçen Zeydilerin yolundan geldiği diğer bir kanal ise Irak’tan Horasan’a geçen Keysani kolundan geldiği bilinmektedir.

Keysaniler Hz. Ali’nin halife kabilesinden gelen bir kadından olan oğlu Ebu Hanife’ye bağlı olan ve Hasan ile Hüseyin’in katledilmesinden sonra mücadeleyi sürdüren Hz. Ali’nin oğlunun imamlığındaki Keysaniler ve onların askeri liderlerinden gelen bir koldur ve Emeviler’den Hasan ve Hüseyin’in intikamını alan bu kol, Anadolu Aleviliğinin kökenini oluşturmaktadır."

DERSİM ADI NEREDEN GELDİ?

"Türk tarihindeki Alper Tunga da Anadolu Aleviliğinin kolunu oluşturan köklerden biridir.

Cengiz Han ile gelen Akkoyunlu ve Karakoyunluların kökü de Tunceli’dedir. Şah İsmail bölgedeki Türkmenlerin Şaha gidiyoruz diyerek Şah İsmail’e sahip çıkmış, Osmanlı ile savaşın kaybedilmesinin ardından burada Türkmen katliamı yapılmış. Savaşın ardından Alevilik buradan gelmiştir.

Tunceli’deki Divriğ dili Aleviliği ve daha tehlikeli görülen Türkmenliği gizlemek için geliştirilmiştir.

Tunceli Alevileri Şafii Kürtlerden ayrı olarak Alevi Kürt diye yorumlanmaktadır. Oysaki Tunceli’li Alevilerin en saf Türk olduğunu Şerefname yazmaktadır.

Batı Anadolu’daki Türkmen Aleviler Şah İsmail’e destek oldukları için yok sayılmıştır. Osmanlı’nın Bektaşiliği İlhanlılar döneminde Allah Muhammed Ali olarak gelmektedir. Yavuz Selim sonrası zıtlaşma ortaya çıkmıştır. Yavuz Selim Mısır’dan Halifeliği getirerek Anadolu’da Alevilere karşı mücadele başlatmıştır.

Aleviler Türkmen ve Şamanist kimlikleri nedeniyle İran Şiiliğini benimsememiştir.

Bölge İslam Orduları Araplar tarafından alınınca ismi Dersim olarak değiştirilmiştir. "SİM" Arapça gümüş demektir. Türkiye Cumhuriyeti zamanında da Tunceli adını almıştır ama tarihteki adı Çemişkezek’tir. Şerefname’de Şeref Han burayı Çemişkezek olarak tanımlamıştır.

Kürtler Tunceliler Kürttür Aleviler Kürttür diyor ama Aleviler kesinlikle Kürt değildir. Türkmen Alevileri yok sayarak Aleviliğin saf Türklük olduğunu kabul etmiyorlar.”

Bölgedeki Alevi Kültürünü ise Prof. Dr. Şener Üşümezsoy şöyle yazmıştı:

MUAVİYE’DEN BUGÜNE Şİİ-SÜNNİ MÜCADELESİ

Aleviliğin Bilinmeyen Tarihi kitabını yazdığım dönemde yol kardeşim Cemal Şener’le görüşmelerimde bana anlattığı bir konu şuydu:

İranlı Şiiler ve Caferilerin Sünni-Hanefi-Muaviyeci Sünnilerle yaptığı diyalogda “Ya siz Türk Kızılbaşları camiye sokun ya da biz sokalım. Ya biz onları Şia yapalım ya da siz Sünni yapın” anlamında bir dönüşüm stratejisi yıllardan bu yana sürüyordu.

Muaviye ile HasanHüseyin’in, daha sonra Zeyd ile Emevilerin, daha sonra Abbasilerle Zeyd’in Hasani kolundan gelen çocukları arasındaki bu çatışma korkunçtur ve aslında bir iktidar mücadelesidir.

Türk Kızılbaşlığı veya Anadolu Aleviliği ile Şia (İran Şiiliği) arasındaki çok belirgin farkları bu kitabımda Cemal Şener’e de atıflarda bulunarak uzun uzun açıklamıştım.

Bu iktidar mücadelesi hepimizin bildiği gibi Hz. Ali ile Muaviye arasında ortaya çıkmıştır.

Muaviye’nin ölümünün ardından yerine oğlu Yezid’in geçmesiyle birlikte bu çatışma Hasan – Hüseyin ile Yezid arasında devam etmiş ve Kerbela ile noktalanmıştır.

Ancak bu çatışmanın bundan sonraki tarihi pek bilinmez ve kitabımda işte bunları anlatmıştım. Şia’nın içinde Arap kökenli olmayan, Horasan ve İran kökenli bir kol ortaya çıkmıştır. “Keysaniler” dediğimiz bu kol, Hz. Ali’nin Hz. Fatma’dan değil de Ebu Hanife denilen bir kabileden bir kadından doğan bir imamiyet ile Muhtar El Sakkafi başkanlığındadır.

Daha sonra Hasan – Hüseyin’in kardeşlerinden gelen bir kol, Zeydiler olarak tanımlanmış ve bunlar da Emevîlerin Mervani koluyla tekrar iktidar mücadelesine girmiş ve bu kol Mezopotamya’ya sürülerek Orta Asya’ya ulaşmış ve Türklerin Müslümanlaştığı bu dönemde, İslamiyet’in merkezi iktidarıyla karşılaşarak değil, muhalefet eden bu kolla birlikte Müslümanlaşmıştır.

Mervanilerin hanedanının sona erdirilmesiyle Abbasilerin iktidarıyla söz konusu olmuştur. Ancak Abbasiler de Hüseyin’in torunları olan Zeydilerin tükenmesinden Hasanilerin kolundan gelen Zeydileri aynı şekilde savaşta sürgün etmiştir.

Bunlar da Yemen Zeydileri olmuştur. Bu arada, iktidar mücadelesine girmeyen İmam Cafer bilimle uğraşmıştır ve böylelikle görece sakin bir dönemde fiziki olarak yok edilmeden var olmaya devam edebilmiştir.

Mervanilerin iktidardan indirilmesinde Horasanlı bir Türk olan Ebu Müslim Horasani’nin liderlik ettiği ayaklanma önemli rol oynamıştır. Ebu Müslim daha sonra Abbasiler tarafından öldürülünce, onun destekçileri olan gruplar ortaya çıkmıştır.

Bunun dışında İmam Cafer Sadık hayattayken ölen oğlu İsmail’in önderlik ettiği bir grup Kuzey Afrika’ya geçmiş ve Mısır’da Fatımileri, oradan da Suriye’ye geçerek Nusayrileri oluşturmuştur.

ANADOLU KIZILBAŞLIĞI VE ALEVİLİĞİNİN KÖKENLERİ

İran’da Zerdüştlere karşı, Turan bölgesinden gelen “Part”lardan oluşan ve Helenistik dönemden sonraki (MÖ 250 – MS 250 arasında) 500 yıllık bir dönem söz konusudur. Bunların torunları Anadolu’daki Mitridates ve diğerlerinin kurduğu Pont(us) krallığının kökenini oluşturmuştur. Bunlar Anadolu’nun Rumlaşmasına ve Yunanlaşmasına karşı mücadele etmiştir.

Bunlar esas olarak Baba – Oğul -Kutsal Ruh üçlüsüne inanmayan, aksine güneş – ay ve ışığı kutsal gören bir gruptu. Bu grup daha sonra Bizans içindeki iktidar mücadelelerin bir sonucu olarak Balkanlar’a kadar sürülmüştür. Deliorman Kızılbaşları ve Boşnakların ataları olan Bogomiller aslında bunlara dayanır.

Anadolu Kızılbaşlığı Şah İsmail ile bir başlangıç gösterse de aslında, İlhanlılar döneminde “Allah-MuhammedAli” şiarıyla Anadolu’ya gelen ve Orta Asya Şamanizminin İran’daki Şia kolundan etkilenen Bektaşilere dayanır. Anadolu halklarıyla kaynaşan Bektaşiler Osmanlı Türklüğünün köklerini oluşturur.

İlhanlılar döneminde gelen kabileler şöyle sıralanabilir:

– Irak’ta Celayirler

– Güneydoğu Anadolu’da Oyratlar

– Azerbaycan’da Süitler

Bunlarla beraber gelen Akkoyunlu ve Karakoyunlular ise Anadolu’daki Türleşmeyi sağlamışlardır. Kızılbaş Türkler olarak bilinenler bunlardır. Bunlara karşılık Selçuklularla birlikte gelen Hanefiler, Anadolu’nun yerli halklarıyla kaynaşarak Türklüklerini adım adım kaybetmiştir.

Bundan sonra ise Şah İsmail’in Doğu Kızılbaş Türkmenleri içinde egemen olmuş ve Anadolu’nun daha batısına gönderdiği halifelerle etkin olmuştur. Bunların bir kısmı “Şah’a gidelim” diye Anadolu’dan göçmüştür. Bunlar Azerbaycan’da, İran’da “Şahsevenler” olarak bilinir.

Nahçıvan’daki Babeki hareketiyle Şah İsmail hareketini aynı olarak görülür ama değildir. Selçukluya karşı ayaklanan Babailer de bu ekolden gelir. Orta Asya Şamanizm’inin tüm özellikleriyle Anadolu’daki Mitra dinini birleştiren anlayış Anadolu Kızılbaşlığını oluşturmuştur.

Bu noktada Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim’le savaşından sonra Osmanlı döneminden gelen Bektaşi-Kızılbaş geleneği yerine Sünni-Hanefi yolu benimsenmiştir.

Şah İsmail’in Kızılbaş tekke anlayışıyla gelen Anadolu Kızılbaşlığı ve İran’daki Kızılbaşlık ile İran’da Şah İsmail sonrası Şah Tahmasp döneminde Necef Şiiliği egemen olmaya başlamıştır.

Anadolu’da Osmanlı devlet Sünni fıkhıyla yapılanırken İran’da Şii fıkhı etkin olmuştur.

İran ya da Suriye Şiiliği ile Anadolu Aleviliği arasında hiçbir bağlantı yoktur. Suriye Şiiliği Fatımilerden, Irak’taki Şiilik Zeydilerden gelir. İran’daki Şiilik ise Kızılbaşlığa dayansa da Şii fıkıhıyla yoğurulmuş ve Anadolu Aleviliğinden uzaklaşmıştır.

ANADOLU KIZILBAŞLIĞINA KARŞI İRAN ŞİASI-ANADOLU SÜNNİLİĞİ İTTİFAKI

Bu boyutuyla bakıldığında, Anadolu Aleviliği İran Şiiliğine değil Kızılbaşlığa dayanır. Cemevlerini ibadethane olarak tanımlanması mücadelesi de bunun üzerine ortaya çıkmıştır. İran Şiasıyla Anadolu Sünniliğinin en çok karşı çıktığı nokta da budur.

Anadolu Aleviliği Şialaştırılma ile Hanefileştirilme kıskacındadır. Bunun teşhir edilmesi, cemlerin dini bir toplantı ve cemevlerinin birer ibadethane olduğunun tanınması için mücadele verilmelidir.

İlgili Haberler