Prof. Dr. Mikail Bayram’ın ardından / Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Prof. Dr. Mikail Bayram’ın ardından / Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ yazdı: Prof. Mikail Bayram’ın yaşamı yazma eserler arasında geçti

1940 yılında Van’ın Saray ilçesinde doğan Mikail Bayram, ilkokulu Van-Saray’da, ortaokulu Van-Özalp’ta, liseyi de Van Atatürk Lisesi’nde okudu. 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitiren M. Bayram, aynı yıl Adana Kız Lisesi’ne din bilgisi öğretmeni olarak tayin edilir. Bir yıl sonra da Adana İmam-Hatip Okulu meslek dersleri öğretmenliğine geçer. Esasen Mikail Bayram Hoca ile yolumuz burada kesişir. Gerçi ben Adana İmam-Hatip’e geldiğimde Mikail Bey oradan ayrılmıştı ama arkadaşım Mustafa Oğuz’un velisi olması dolayısıyla daha o yıllarda “Mikail Bayram” ismini duymuştum.

Konya ve Kayseri Yüksek İslâm Enstitülerinde toplam 12 yıl Fars Dili ve Edebiyatı dersleri okutan Mikail Bayram 1980 yılından itibaren 2007 yılında emekli oluncaya kadar Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Öğretim Görevlisi, Doçent ve Profesör olarak uzun yıllar görev yaptı.

1983 yılında bendeniz Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne Öğretim Görevlisi olarak tayin edilince bir gün, daha önce adını duyduğum Mikail Hoca’yı ziyarete gittim. O zamanlar SÜ Edebiyat Fakültesi’nin “bölüm”leri Konya-Afyon yolu üzerinde şimdiki tramvay bakım istasyonundan Shell Petrol’e doğru uzanan alanda derme-çatma barakalarda idi. Mikail Hoca’yı sordum, derste dediler, odasında bekledim, biraz sonra geldi. Kendimi tanıttım, Adana İmam-Hatip Okulu’ndan mezun olduğumu söyleyince hemen samimi bir ortam oluştu ve daha sonraları hep bir talebe-öğretmen ilişkisi çerçevesinde yakınlığımız devam etti. Bilahare ben de aynı fakülteye öğretim üyesi olarak tayin edilince Mikail Bey’i daha yakından tanıma imkânı buldum.

Bir hatıra…

Mikail Bey’in Adana İmam-Hatip Okulu’ndan öğretmen arkadaşı olan ve benim de öğretmenim olan rahmetli Mehmet Tekmen, ara sıra fakültede Mikail Hoca’yı ziyarete gelir ve beni de çağırırlar odasında birlikte sohbet ederdik. Yine bir gün Mikail Bey: “Mehmet Tekmen Hoca geldi, seni çağırıyor, dedi. O günlerde (2004) benim “Beyitlerin Gölgesinde” kitabım yeni çıkmıştı. Yanıma bir tane alıp Mikail Bey’in odasına vardım. Hoş-beşten sonra kitabı Mehmet Tekmen Hoca’ya verdim. Hoca kitabı karıştırırken Mikail Bey:

“Ahmet Sevgi, bu kitaptan bana da verdi, eve götürmüştüm, benim hatun okumuş, bana ‘Mikail, bak Ahmet Sevgi ne güzel kitap yazmış, sen de böyle kitaplar yazsan da okusak olmaz mı? Sen varsa da yoksa da Mevlânâ aleyhine yazılar yazıyorsun, düşman kazanıyorsun’ diye sitem etti” deyince Mehmet Tekmen Bey: “İşte ümmî feraseti buna denir, akıl için yol bir. Aynı şeyleri yıllardır biz de söylüyoruz Mikail Hoca’ya” dedi ve sonra bana dönerek “Ahmet Hoca, sahi Mevlânâ ile ilgili senin fikrin ne? Dinlemek isteriz” dedi. Ben, iki hocanın karşısında bir talebenin fikir beyan etmesi yakışık almaz dedimse de Mehmet Tekmen Bey ısrar edince şu mealde bir cevap verdim:

“Sadece Mevlânâ hakkında değil; Gazâlî, Seyyit Kutup, Ziya Gökalp… Kim olursa olsun benim bakış açımı Hersekli Ârif Hikmet’in şu beyti çerçeveler:

‘Tasavvur eyledim ahvâlini çok kerre dünyanın/

Nihayet sûret-i huz mâ-safâ da‘ mâ-keder buldum.’

(Dünyanın ahvali üzerinde çok düşündüm, sonunda yararlı olanı almayı, zararlı olanı da bırakmayı uygun buldum.)

Mevlânâ’yı da okurum, Gazâlî’yi de okurum, Seyyit Kutub’u da… Doğru bulduklarımı alır, yanlış gördüklerimi bırakırım. Evet, Mesnevî’de müstehcenlik var mı, var. Geçerim, okumam bile. Lakin nice güzel tespitler var orada. Almakta hiçbir sakınca görmem, alırım. Yani dikeni var diye gülü sevmekten asla vazgeçmem.”

Biraz nutku andıran bu konuşmamdan sonra kısa süreli bir sessizlik olduysa da Mikail Bey devreye girdi:

“Keşke başlangıçta Mevlânâ konusunu Ahmet Sevgi’nin bakış açısıyla tartışacak insanlarla karşılaşmış olsaydım. Beni belli bir noktaya iten biraz de çevrem oldu. Ben Mevlânâ ile ilgili bir şey der demez hemen beni tahkir ettiler. Maalesef meselelerimizi suhuletle tartışamadık. Ha hep ya hiç noktasına getirildik” diyerek sohbetin havasını değiştirdi.

Bir başka hatıra…

Yine bir başka sohbetimizde Mikail Hoca “Ahmet Sevgi dedi, biliyorum, senin kayıp eserleri gün yüzüne çıkarma gayretlerin var. Sana öyle bir kitap haberi vereceğim ki bulabilirsen Türk dili ve kültürüne en büyük hizmeti yapmış olacaksın. İranlı bir profesörden dinledim. Gazneli Mahmut (ö. 1030), kızının okuması için Kur’ân-ı Kerim’i Türkçeye çevirtmiş. Böyle bir tercümenin varlığı kütüphane kayıtlarında görülmüş. Bu tercüme bulunabilirse Türk diline büyük hizmet edilmiş olacak şüphesiz. Çünkü “Kutadgu Bilig”den önce yazılmış Türkçe bir eserden bahsediyoruz.”

Bu bilgi bende büyük bir heyecan uyandırdı. Gerek İran’a giden arkadaşlar vasıtasıyla, gerekse İran’da çıkan kütüphane kataloglarını tarayarak bu rivayetin peşine düştümse de maalesef müspet bir neticeye ulaşamadım. Mezkûr hatırayı, belki bir himmet ehli söz konusu eseri -varsa tabii- ortaya çıkarır ve böylece hocamız M. Bayram’ın ruhu da şad olur düşüncesiyle buraya kaydetmek istedim.

Evet, kütüphanelerde özellikle de yazma eserler arasında geçen bir ömür… Ne mutlu ona ki kendisinin hayır dua ile anılmasına vesile olacak nice eserler bırakarak gitti öbür dünyaya… Diğer taraftan Mikail Bayram Hoca’nın, araştırmalarında aceleci davrandığını, yeterli bilgi ve belgeye ulaşmadan kesin hükümler verdiğini, bahusus fikir tartışmalarında biraz fevri hareket ettiğini iddia edenler de var ki kanaatimizce pek de haksız sayılmazlar. Ancak bütün bunlara rağmen rahmetlinin Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulunduğun bizzat şahidiyiz.

2 Ağustos 2024 Cuma günü sabahleyin Konya’da vefat eden ve 3 Ağustos Cumartesi günü kılınan cenaze namazının ardından Araplar Mezarlığı’na defnedilen Mikail Bayram Hocamıza Allah’tan rahmet niyaz ediyoruz. Mekânı cennet olsun inşallah…