Milliyet’in haberine göre, psikolojinin duayen ismi Prof. Dr. Acar Baltaş, normalleşme sürecinde hem olası yeni sıkıntıları hem de verimli olmanın ipuçlarını anlattı.
PANDEMİDEN VE ORTAYA ÇIKAN PANDEMİ PSİKOLOJİSİNDEN NE ZAMAN KURTULACAĞIZ?
“Ne zaman atlatacağız?” sorusunun cevabı “yakında” değil. Salgını atlatmanın iki yolu var. İlk seçenek, sürü bağışıklığı ancak toplumun yüzde 50’sinin virüsü almış olması gerekiyor. Şu an toplumun sadece yüzde 2’si virüs almış durumda. Yüzde 2’lik orana rağmen, 4 bin insanımızı kaybettik. Sürü bağışıklığı 100 bin ölüm anlamına geliyor. 65 yaş ve üzeri insanları da dahil edersek ölü sayısı ikiye katlanır. Eskiye dönüş için diğer seçenekler aşı, ilaç veya virüsün mutasyon geçirmiş olması. Aşının bulunması en iyi ihtimalle bir yıl. Türkiye’ye yeteri miktarda aşı ne zaman gelir belirsiz. O halde yaşadığımız durumu normal değil, norm olarak kabul ederek kurallara uyum sağlamamız gerekiyor.
HERKES SÜREÇTEN SIKILMIŞ, BUNALMIŞ VAZİYETTE. “ARTIK ZORLANIYORUZ” DİYENLER İÇİN MESAJINIZ NEDİR?
İnsanlık zorlana zorlana, mağara devrinden çıkıp bugünlere geldi. Yeni normlara uyum sağlayan hayatta kalacak, uyum sağlamayan hem kendi sonunu hem de yakınındakilerin sonunu hazırlayacak. Zorlanmak bu hayatın bir parçası. Hayattan daima kolaylık ve konfor sunmasını bekliyoruz. Milyonlarca insan İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını yıllarca yaşayarak bugünlere ulaştı. Şu anki zorlanmamız insanlık tarihinde özel bir duruma tanık olmaktan kaynaklanıyor. Uyulması gereken kurallar belli. Sosyal mesafeni koru, maskeni tak, ellerini sıkça yıka ve zorunda değilsen kalabalık ortamlarda bulunma! “Konsantre olamıyorum” diyerek hiçbir şey yapmadan oturmak doğru davranış modeli değil. Uyum sağlamak konusunda kendimizi geliştirmek durumundayız. İnsanlık tarihinde en güçlü olan değil, uyum sağlayan hayatta kalıyor. Uyum sağlamayanlar hastane odasında tavan izleyecek.
ÜÇ AYDIR MUTLU OLMAYI, GELECEK HAYALLERİ KURMAYI UNUTMAK MUTSUZLUK YARATMAZ MI?
Mesele koşullarla ilgili değil. İnsan nereye giderse kendini de götürür. Kendi içinde huzuru ve dengeyi bulamıyorsan, nereye gidersen git, huzursuz olursun. Esas mesele hayattaki varlık amacını doğru tanımlamak. Aslında bu kriz, hayattaki gayemizi tanımlamak için olağanüstü bir fırsat sunuyor. “Ne için yaşıyoruz” sorusunun cevabı büyük çoğunluk için “iyi yaşamak” şeklinde. İyi yaşamaktan anladığımız ise haz ve eğlenmek. Kendisi için yaşayanın ölümünden sadece dünya karlı çıkar. İnsanların çoğu, hazzı mutluluk sanıyor. Yemek, içmek, eller havaya eğlenmek, alışveriş yapmak, cinsellik, bağımlılıklar haz verir ama mutlu etmez. Tatmin olduğunda yine açlık başlar. Cinsel yaşamda bile, belirli sessizlik süresinden sonra yaşa ve iştaha göre aynı istek doğar. Hayatın anlamı yaptığın veya elindeki işte zamanı kaybetmektir. Kitap okurken, müzik dinlerken, çalışırken her ne olursa olsun zamanda kayboluyorsan hayatın anlamlıdır. Bu dönemi hayatımızı yeniden şekillendirilip, anlamlı kılacağımız günler olarak görmemiz gerekiyor. İnsanlar değerleri uğruna acı çekerek de mutlu olabilir. Tüm mesele üreten insandan tüketen insana geçmekten kaynaklanıyor. Üreten insan, emek verir ve değerini bilir. Tüketen insan parayı verir, sahip olur ve tüketir. Neyi tüketir? İlişkileri, duyguyu, maddeyi...
‘TUZU KURU OLANIN EVDE SIKILMASI FANTEZİ’
Umutsuzluk sarmalından nasıl çıkacağız?
İnsanlar halen Kovid-19 salgınını, üstesinden gelmeleri gereken bir sorun olarak görmüyor. Birçok insan, bir başkasının veya bir iradenin kendi adına bu sorunu çözmesini bekliyor. Öyle veya böyle, bu virüs yayıldı. Umutsuzluğa, çaresizliğe hiç kimsenin yapacağı bir şey olamaz. Ortada umutsuz olmak için sebep yok. Yapacaklarımız belli. Şunu kabullenmemiz gerekiyor. Eski hayatımıza dönmemiz en iyi ihtimalle bir yıldan önce olmayacak. Tuzu kuru olanın evinde sıkılması fantezi gibi geliyor. Zihinsel ve bedensel pratikler yapmaktan başka çaremiz yok.
‘DEĞERLERİN SINANDIĞI BİR DÖNEM’
Normalleşme döneminin iletişim sancıları neler olacak?
İş ortamlarında maske takarken, karşındaki arkadaşın maske takmayacak. Birilerinin kahve makinasının başında, “Boşver, atın ölümü arpadan olsun” dediğini duyacaksın. Aynı fikirde olmadığın insanlarla aranda gerginlikler çıkacak. Yeni dönemde Kovid-19’a bağlı uyumsuzluk ve stres yükleri göreceğiz. Temas konusunda yaşanacak olan tereddüt ve kuşkular objelere temas konusunda da kendini gösterecek. Bu süreç kişisel ve kurumsal değerlerin sınandığı bir dönem. Bu dönemde yeni normlara uymak herkesi zorlayacak. Bu konuda ilk akla gelen, çalışanların uzun bir süreyi evde geçirdikten sonra tekrar günlük trafik mücadelesini yaşayarak ofis ortamına psikolojik açıdan uyum sağlamalarının getireceği zorluklar. Yeni normlara alışmak sadece çalışma koşullarına uyum göstermekle ilgili olmayıp, öncelikle günlük davranışlarda yapılması gereken değişiklikleri içine alacak. Bu zorlukların başında maske takmak mecburiyeti geliyor. İnsanlar duygularını, mimikleriyle ortaya koyar ve başkalarını da aynı yolla anlarlar. Ortaya çıkan bu yeni durumda ne kendi duygumuzu yansıtmak ne de karşımızdakinin duygusunu anlamak mümkün olacak.
65 YAŞ VE ÜZERİ İÇİN UYARI
65 yaş ve üzeri insanların durumu travmatik değil mi?
65 yaş ve üzeri insanların izolasyon tepkisini haklı buluyorum. Eldeki çözümlerin sonuç vermediği durumlara kriz diyoruz. Ancak kriz anında “en doğru” diye bir karar da yok. Her kararın yanlışı olacaktır. Bu noktada en az hatalı karar önem taşıyor. 65 yaş için getirilen kısıtlamanın tümüyle doğru olduğunu savunmuyorum. Bazı ayrıntıları atlıyoruz. 60 yaşından sonra her insanda yüzde 1.5 kas kaybı olur. Hareketsizlik kas kaybını hızlandırır. Alzheimer sosyal izolasyonda tırmanır. Tüm bunları hesaba kattığımızda 65 yaş ve üzeri için sokak sınırlandırmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ancak bu insanları 2,5 ay eve kapatıp, sadece iki, üç kez, kısıtlı sürede dışarı çıkmalarına izin vermek doğru bir uygulama olmadı. Çünkü 65 yaş ve üzeri için getirilen kısıtlama kıstasları, sağladığı yararın dengesini bozacak sakıncalar taşıyor.
‘BU SÜREÇ HEPİMİZİ DÖNÜŞTÜRECEK’
Günün sonunda ne öğrendik veya neler öğreneceğiz?
Yönetimler açısından bu dönemde maliyet azaltıcı önlemler alırken çok dikkat etmek gerekir. Çünkü çalışanlar bu durumu bir tehlike işareti olarak algılayabilir. Kimse hayatının sonuna kadar 2020 yılının Nisan ve Mayıs aylarını unutmayacak. Çalışanların anlamsal hafızalarında olumlu veya olumsuz yer etmek, liderlerin tercihleriyle belirlenmiş olacak. Haruki Murakami, “Fırtınadan çıktığınızda asla fırtınaya giren insan olmazsınız” demiş. İçinden geçtiğimiz süreç hepimizi dönüştürecek. Neye dönüştüreceği ise herkesin yaptığı tercihe göre değişecek. Enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir. Bu süreçte de “Şu anda iyi olan ne?” sorusunu soran ve enerjisini sahip olduğu değer ve kaynaklar üzerine odaklayanlar öne geçecek. Bu kişiler üstlerine düşeni de yapıp, kendilerinden de bir şey katanlar olacak ve kazançlı çıkacak. Buna karşılık şikayet eden, hatalara odaklanan, dedikodu yapan, olumsuz konuşan ve girdikleri ortamın havasını zehirleyenler kaybedenler listesine yazılacak.