Potamya'daki heykel
19.08.2009 tarihinde Yeniçağ’da çıkan Anatolya hikâyesini okuyanlar “Potamya’da heykel yok muydu?” diye sordular. Bakalım, var mıymış, yok muymuş.
Anatolya’nın üç önemli ve büyük kenti vardı: Konstantinopolis, Sezaropolis ve Potamya. Anatolya’nın yüksek kurucuları, üç büyük kentte üç görkemli heykelle eserlerini taçlandırmak istemişlerdi. Fakat Anatolya’yı gezenler nedense Potamya’daki heykeli bir türlü göremiyorlardı. Aslında kurucular, din adamlarını canlandıran Konstantinopolis’teki heykelin sihirli olmasını düşünmüşlerdi. Ak sarı sakallı din adamının elindeki haç, zaman zaman çarmıha gerilmiş İsa gibi görünmeliydi. Diğer din adamının elindeki takke de zaman zaman ibrik olmalı; ibriğin lülesinden akan kutsal gözyaşları ile heykeli seyredenler kutsanmalıydı. Fakat hiçbir heykelin Potamya’daki heykele gölge düşürmemesi gerekiyordu. Bunu düşündüler ve sihirli görüntülerden vazgeçtiler.
Sezaropolis’teki heykelde ise sadece elbisenin parlaklığını veren teknik sır saklanmıştı. Bu, heykeltraşlıkta yeni bir buluştu ve Anatolya’nın san’at dehasının göstergesiydi. Dişlerin parlaklığının nereden geldiğini de saklamak istemişlerdi; ancak aynı kaygılar yüzünden bundan vazgeçtiler ve iri diş macunu tüpü ile sırrı açıklamayı tercih ettiler. Sonraları bu iri tüp de postmodernizmin bir simgesi kabul edildi ve üzerine pek çok eleştiri yazıldı.
Anatolya’nın dâhi sanatçıları asıl hünerlerini Potamya’daki heykele saklamışlardı. Potamya’nın büyük meydanını ziyaret eden herkes gözünde başka bir heykel canlandırmalıydı. Potamyalı kahraman öyle bir kahramandı ki herkesin zihninde farklı tasavvurlar uyandırabiliyordu. Sanatçılar da bu gerçekliği bozmamalı idiler. Meydana akan ziyaretçilerin büyük bir kısmı at üstünde muhteşem bir süvari canlandırabilirdi. İş, ziyaretçilerin hayal gücüne kalmıştı. Kimisi süvarinin eline bir kılıç, kimisi bir meş’ale tutuşturabilirdi. İsteyen, süvariyi elinde kamçı, hünerli bir sirk cambazı gibi düşünebilir; hızla koşan atın altından geçmek üzere bir düşme hareketini gözünde canlandırabilirdi. Potamyalı kahraman için hayaller sadece atla sınırlı değildi tabii. Eski bir Yunan kahramanı da gözlerde canlandırılabilirdi. Omuzlarını hafifçe öne eğmiş, vücudunu en estetik pozuyla yana çevirmiş, kasları, özellikle üst çenesinin kasları bütün haşmetiyle meydana çıkmış, disk fırlatan bir sporcu. Disk yerine, kahramanın eline bir Ispartalı kılıcı da tutturulabilirdi. Gözlerde canlanan mutlaka bir sporcu olacaksa elinde olimpiyat meş’alesi de taşıyabilirdi. Yahut disk yerine bir çekiç. O zaman kahramanımız Potamya’nın çekiç şampiyonu gibi hayal edilmiş olurdu.
Anatolya’nın postmodern bir ülke olduğu da unutulmamalıydı. Onun için muhayyileler postmodernizme sonuna kadar açık olmalıydı. Mesela heykelin kaidesi kırık bir araba olabilirdi. 21. yüzyılın son model arabalarından biri. Ancak pırıl pırıl, yıpranmamış bir araba postmodernizme yakışmazdı. Arabayı ya başaşağı getirmek, ya da sağını solunu kırmak iyi olurdu. Arka panoda kutsal bir patrik kabartması da hiç fena olmazdı.
Heykeltraşlar konu üzerinde aylarca kafa patlattılar. Nasıl bir teknikle bu hayaller ziyaretçilerin gözlerinde canlandırılabilirdi? Acaba sadece, üzerine heykel yapılacakmış gibi bir izlenim bırakan düz bir yüzeyle mi yetinmeliydi? Yoksa biraz yüksekçe, fakat şekilsiz bir kaide mi yapılmalıydı? Bazı sanatçılar kaide üzerinde sadece, dizlere kadar iki ayak bulunsun dediler. Bazıları ise iki yerine dört ayak teklif ettiler.
Sonunda çözüm bulundu. Ne bir kaide, ne de ayaklar... Meydanda herhangi bir heykeli hatırlatacak hiçbir iz bulunmamalıydı. Ziyaretçiler sadece bir şeylerin sansürlendiğini düşünsünler, yeterdi. Sansürden daha yaratıcı ne olabilirdi? Kahraman demek zaten korku salan demek değil miydi? Bizim kahramanımız da her tarafa korku salmamış mıydı? O hâlde herkes iliklerine kadar korku ve sansürü hissetmeliydi.
Sonunda çözüm bulundu. Anatolya’nın heykeltraşları da, ressamları da, yazarları da, radyocuları, televizyoncuları, gazetecileri de korku ve sansürün en büyük yaratıcı güç olduğuna inandılar ve meydanı boş bırakmaya karar verdiler.