Polis vardı, polisler var!
Emniyet Genel Müdürlüğü, Kamu Personeli Seçme Sınavı ile 9 bin 500 polis alacak. Ne acı... Eskiden olsaydı memnun olurduk. İç güvenliğimizin teminatı olan Polis Teşkilatı güçleniyor diye! Şimdi ise, kaygılarımız şüphelerimiz var. Bu yeni polisler nasıl seçilecek. Onları kimler eğitecek ve sonunda onlar, kimin-kimlerin polisleri olacaklar diye!
Tersine dünya... Biz teröre ve suçlulara karşı mücadele eden ve toplum olaylarında, güç şartlarda görev yapan polisleri savunurken, o zamanlarda o polisleri, “orantısız güç” kullandılar diye eleştiren ve hücre evlerine yaptıkları baskınları “yargısız infaz” diye niteleyen ve bu yüzden de, yıllarca mahkemelerde sürünmelerine sebep olanlara göz bebekleri “yeni kuşak” polisler! Başbakan bu, “beraberce yürüyeceğiz” dediği “yeni polislerin” demokrasinin teminatı olduklarını söyledi... Tabii, geniş anlamda polis, iç ve dış tehlikelere karşı ilk savunma hattı, ülkede can güvenliğini ve asayişi korurlarken rejimi-kurulu düzeni korumak, polislerin görevleri cümlesinden... Ama Başbakan ya bilerek, ya da ağzından kaçırarak, “Polisler demokrasinin teminatıdır” deyince, akla ister istemez, “Hangi rejimin?” ve acaba polisleri, TSK ile karşı karşıya getirmek mi isteniyor soruları geliyor. Zaten barut fıçısı üstündeki ülkede daha başka ve tehlikeli patlamalara yol açabilecek şuyuu vukuundan beter; bir ihtimal “bizim yargı-sizin yargı” derken şimdi de,“bizim polis-sizin ordu” demeye mi geldik? Polisler bugüne kadar, kusurlarına ve çoğu eğitim eksikliğinden kaynaklanan aşırılıklara rağmen, görevlerini cansiperane yapan ve sevdiğim “benim-bizim” polislerimizdi. Ama artık, Ergenekon sürecinde, “şüphelileri” tutuklama, koskoca generalleri kafalarından itip, araçlara “tıkmalarına”, sorgulamalardaki tavır ve tutumlarına bakarak, bu yeni polisleri, doğrusu tanıyamıyorum, benimseyemiyorum...
Ve açılım
“Demokratik” (!) açılım sürecinde Başbakanla, DTP eş Başkanı Ahmet (neden, nasıl) Türk’le, buluşma sahnesi belli ki, usta bir PR’cı tarafından iyi hazırlanmış. Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü sorumlu ve görevli Başbakan, Türkiye’yi bölmeye ant içmiş PKK temsilcisi Ahmet’le, Oval Ofis’teki gibi bacak bacak üstüne atarak, oturmuş.
Ve arka plandaki “dekor” da Atatürk’ün, herhalde “Ne mutlu Türküm diyene” anlayışıyla milli birliği ifade eden bir tablo var! Türk’ün (!) “Türküm” dediği, Türk olmaktan mutlu olduğu ve Atatürk’e bağlılığı nicedir mâlum! Erdoğan’ın da Atatürk hakkında ne düşündüğü de, Başbakan olmadan söylediklerinden “malûm.” Asıl bu sahne, bu fotoğraf, “açılımın” ne kadar göstermelik olduğunu ve Türkiye’nin şu sırada, ne kadar çelişkiler içinde olduğunu gösteriyor! DTP eş başkanı, herhalde, tabloya içinden gülüyordur.
Sonuç
AKP-DTP “birlikteliğinden” ne çıkacak? Dostlar alış verişte görsünler... “Açılım” o “yeni polislerin” Akademisinde devam ede dursun. Ve APO “durun bakali” ne diyecek?
“Açılımın” öncelikli unsuru genel. PKK’lılar dağdan indirilecek... Eğer silahlarını, gerçekten bırakırlarsa... Fakat reel dünyada, Büyük Kürdistan bu kadar yakınken mücadeleden vaz geçerler mi? Dağdan inseler bile, onları “rehabilite” edecek, Türklüğe yeniden kazandıracak alt yapı bugünden yarına hazır olmadığına göre, ben neler olacağını peşinen haber vereyim; hakikaten pişman olanların, ailelerine kavuşmakla mutlu olanların dışında çoğu, bu sefer kentlere dağılacak, eylemlerini oralarda yapacaklar.
Kürtçe mevlit
Kürt kardeşlerimiz, Kürtçe eğitime, Kürtçe radyo ve televizyona kavuştular.. Birleşelim derken ayrılıyoruz! Güneydoğu’da Mevlidi-şerif, Kürtçe okunmuş. Bu, peygamberimizin doğumunu anlatan muhteşem Kasidenin aslı Türkçedir. Bursa’da yaşayan bir Türk, Süleyman Çelebi (1351-1422) tarafından yazılmıştır... Hiç olmazsa Türkçe “Mevlidde” birleşsek!
NOT: Gözlerimdeki rahatsızlıktan ötürü küçük bir operasyon geçireceğim. Bu yüzden yazılarıma bir süre ara veriyorum. Fakat, gözlerim kapalı da olsa Türkiye’yi dinlemeye devam edeceğim...